En güçlü kim?
Çilbik adında bir çocuk varmış. Saçları fırça gibi, yanakları çilli, gözleri kara, elleri çatlak çatlak yara… Üstü başı kirli gezermiş ama her şeyi çok merak edermiş.
Günlerden bir kış günü, hava çok soğuk… Çilbik tek katlı evlerinden dışarı çıkmış. Evin önünde göl… Sular buz… Bir dana buzun üstünde… “Hey, düşersin!” demeye kalmadan dana kayıp düşmüş.
Bizim Çilbik, danayı kaldırıp kıyıya çekmiş, buzun üstüne çıkıp onunla alay etmiş:
“Sevgili buz kardeş, bu ne hırs, bu ne hava, en güçlü sen misin dünyada?”
Buz, anında Çilbik’in ayağını kaydırmış, tepe taklak onu yere yuvarlamış. Çilbik şaşırmış, buz soğuk soğuk cevap ulaştırmış:
“ Eğer o kadar güçlü olsaydım üstüme buzdan bir ev kurardım, serin serin içinde yatardım. Güneş beni eritebilir miydi? ”
Çilbik, meraklı bir biçimde yüzünü güneşe dönmüş:
Güneş keskin ışıklarıyla Çilbik’in gözlerini kamaştırmış, alaylı bir sesle onu cevaplamış:
“Eğer öyle olsaydı ocak yakardım, bulutların önünü kapatır, kışı kapıdan kovardım!”
Çilbik, bu kez bulutlara dönmüş: “Sevgili Bulut Abla, en güçlü sen misin bu dünyada?”
Bulutlar şakırdayıp gümbürdemiş. Çilbik korkudan sinmiş: “Kızma be abla! Sana ne yaptım ki?”
Bulut: “Kızmıyorum.” diye karşılık vermiş. “Biraz aklını kullan! Dediğin doğru olsaydı
küçücük yağmur damlaları beni çözüp dağıtabilir miydi?”
Çilbik, yağmur tanelerini küçümsemiş: “Ah, o mu herkesten güçlü olacak be ablacık?” Yağmur, Çilbik’in yüzünü ıslatıp kirleri aşağı akıtmış, Bulut Abla cevap vermeden kendisi söze karışmış:
“Öyle değil işte! Öyle olsaydım yere düşer düşmez toprak beni emebilir miydi?”
Çilbik bakmış ki her şey sandığından daha başka. Bu kez toprağa eğilmiş:
“Toprak Ana,” demiş.
“Şimdi anladım. Senden daha güçlü yok bu dünyada!”
Toprak Ana şöyle bir dalgalanmış, anında bizim Çilbik sarsılıp yere yuvarlanmış. Toprak Ana hemen kulağına fısıldamış:
“Öyle olsaydı eğer benim üstüme ekin ekebilir miydin, minik ekinler beni delip dışarı çıkabilir miydi?”
Çilbik, sabırsızca baharı beklemiş. Bahar gelir gelmez ekinlere koşmuş “Ekin kardeş, senden daha güçlüsü yok mu bu dünyada?”
“Öyle olsaydı beni biçebilir miydin, koyunlar beni yiyebilir miydi?”
Ekinler rüzgârla dalgalanmış, sesini Çilbik’e ulaştırmış:
Çilbik, çaresiz koyunlara gitmiş. Koyunların yünleri saçak saçak, kimi renkli, kimi
kıvırcık:
“Sevgili Koyun Hala, sizden daha güçlüsü yok mu bu dünyada?”
Koyunlar melemiş, biri kenarda yatan köpeği göstermiş:
“Biz çok güçlü olsaydık onunla bizi çekip çevirebilir miydin? Yünlerimizi kırpıp
kumaş yapabilir miydin?”
Çilbik, köpeğe koşmuş: “Sevgili Köpek Amca, senden daha güçlüsü yokmuş bu dünyada!”
Köpek ağzını bir karış açıp esnemiş, kuyruğu ile sivrisinekleri göstermiş:
“Ah Çilbik oğul ah, öyle olsaydı bir sivrisinek bile beni deli ederken senin emrine girer miydim?”
Çilbik’in aklı şaşmış, sivrisineği aramış. Sivrisinek vızz o yana, vızz bu yana uçmuş.
Çilbik’in kirli yüzüne konmuş. Kıkır kıkır gülüp burnuna iğnesini sokmuş:
Çilbik bir şaplak savurmuş:
“Ey sivrisinek! Söyle bakalım, en güçlü sen misin yoksa?”
Sivrisinek kaçıp dala konmuş, Çilbik’e nanik yapıp:
“Öyle olsaydı beni kovabilir miydin?” demiş. “Daha kendini bile tanımıyorsun, bir de kirli pasaklı geziyorsun!”
“Hiç de değil!”
Sivrisinek alayla vızıldamış:
“Öyle, öyle işte!” demiş. “Senden daha güçlüsü olur mu bu dünyada? El, ayak sende, kirli geziyorsun hem de. Akıl sende, çalışmak sende, yazı sende, kitap sende, bilgi-buluş sende, geriye ne kaldı bende?”
Çilbik, bir an duralamış, başını sallayıp koşa koşa eve varmış, elini yüzünü yıkayıp keyifle kahvaltıya başlamış…
(Çilbik, Dağıstan’ın bir masal kahramanı)
Anlama, anlamlandırma yeteneğiyle diğer tüm varlıklardan ayrılan insan bu yeteneğini sadece yaşamda kalabilme pratiğine çevirirken ne kadar güçlü! Hep söylene geldiği üzere doğayla olan savaşta kazandığımızı zannedip kaybederken, insanla olan ilişkide içgüdüsel süreçlerle yola çıkıp gene oraya varıyorken, oluşturduğumuz tüm değerler ve normlar çürümenin kaynağı iken, kurduğumuz yüzlerce medeniyetten sonra hala kitle psikolojileriyle manipüle ediliyorken…
“İnsan olmak kolay değildir, hele ki ‘insanca‘ yaşanabilecek bir toplum düzeni yoksa!”[1]
Sözleri sanki bütün insanlık tarihine ışık tutuyor. Bugünümüzü düşüncede kavrarken ben en çok da düzene takılıyorum. Temel ihtiyaçları karşılama düzeyine ancak varabilirken ya da özellikle orada tutulurken bizler güçlü olduğumuza hiç inanmadık zaten. Tüm parçalanmışlığımızla karnımızı doyurmaya çalışırken dünyaya bütünsel bakış açısı ile bakabilmek, gerçeklerden kopmak anlamına gelmekte. Akıl-düşünce bağı küçük bir olasılıkken akıl dediğimiz sadece bizi hayatta tutan oldu.
Akıl vicdan ilişkisi ise çok duygusaldı… İşte tam yaşamak bize yetiyor yanılsamasındayken bizler; silah tüccarlarının savaş yaratan küresel çapta yıkıcı oyunları, tanrı insan arasında aracı din istismarcılarının uyutma uyuşturma seansları, petrolün çamurlaştırdığı coğrafyalar, geri dönüşmez plastikten doğa, yağmalanan değerler, kültürler ile tükeniyoruz. Sömürü sistemi varken aklı kullanamayacağız, aklı kullanmazsak sömürü sistemini yenemeyeceğiz.
Büyükçe yaşamak vardı hayallerde,
Hayatın içinde yutulmadan az önce
Büyütemedik bizleri bilgiyle, doğayla, insanla…
Hediye Çınar Ekinci
Dünyalılar – www.dunyalilar.org
[1] John Steinbeck, Fareler Ve İnsanlar