Bilim, cinsiyetler arası farklılıkların minimum düzeyde olduğunu kanıtlanmış olsa da, buna karşı direnç günlük hayatta “o zaman şu ağırlığı bir kaldır da görelim”, “inşaatta çalışın da görelim” şeklinde karşılık buluyor.
Erkeklerin çok küçük yaştan beri hep “güçlü olmak” üzerine büyütüldükleri, oynadıkları oyunlardan, yaptıkları tüm aktivitelere kadar “güçlü” olmalarına nasıl bir katkı sunulduğu herhangi bir ailenin oğlan çocuğuna bakıldığında bile gözüküyor.
1960’lara kadar, evet yanlış okumadınız, sadece 50 sene öncesine kadar yaygın olan fikir de kadınların yüz yüze rekabeti veya ağır nesnelere kuvvet uygulanmasını içeren faaliyetlere katılmaması gerektiğiydi (1).
Örneğin 1967’de Boston’daki maratonda koşmak isteyen Kathrine Switzer da sadece bir kadın atlet olarak maratona katılmak istediği için bir erkek tarafından tartaklanmıştı. Bırakın cinsiyetler arası fırsat eşitliğinin yaratılmasını, bir kadının spora katılım hakkı bile kadın hareketinin katkılarıyla hem Birleşmiş Milletler hem de diğer kuruluşlar tarafından ancak 1970’te onaylandı.
Sporda bu şekilde uzun yıllar kendisini gösteren cinsiyetçilik, hem fıtrat adı altında hem de “erkekliğin güçlü” konumunu koruma adı altında kadınların ve erkeklerin birbirlerinden tamamen farklı ve kadınların erkeklerden birçok alanda “aşağı” olduğunu vurgulayarak kadının her alanda kendini gerçekleştirmesi önünde çok büyük bir engel de teşkil ediyordu.
Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar kadınlar veya erkekler arasındaki farklılıklar gibi cinsiyet içi farklılıkların, erkeklerle kadınlar arasında öne sürülen cinsiyetler arası farklardan çok daha fazla olduğunu gösteriyor. Güç göstergesi arasında sayılan, örneğin fiziksel aktivitelerde daha iyi olma durumunun, genç erkeklerde genç kadınlara göre daha yaygın görülebildiği ama yaş ilerledikçe cinsiyetlerarası farkın da kalmadığını kanıtlayan çalışmalar bulunuyor (2).
Yine aynı şekilde yapılan çalışmalar genç örneklemlerde kadınların sözel aktivitelerde erkeklerden daha iyi olduğu ama bunun da yaşla ortadan kaybolduğunu gösteriyor. Bu sebeple bu farklılıkların cinsiyete dayalı bir sonuca dayandırılmaması gerektiği de net bir şekilde gözler önüne seriliyor.
Yakın yıllara kadar kadınların matematikte de erkeklerden kötü olduğu ve bu sebeple zihinsel olarak daha “az gelişmiş” olduğu erkek bilimciler tarafından ortaya atılmış ve bu fikir çoğunluğunu erkeklerin oluşturduğu bilimsel çevrede de kabul görmüştü. Bilimsel çevreler feminist bir perspektifin de etkisiyle eskiden yapılan ve cinsiyet farklılıklarına vurgu yapan çalışmaları yeniden ele alıyor ve bununla birlikte kadınların ve erkeklerin kişilik, bilişsel yetenek ve liderlik gibi özelliklerde birbirinden farksız olduğunu gösteriyor.
Erkeklerin fiziksel olarak çok güçlü, kadınların ise bir o kadar güçsüz kabul edilmesinde gerek medyanın gerekse çocuk yaştan itibaren izlediğimiz çizgi filmlerin bile rolü var.
Örneğin Disney’deki kadın karakterlerin resmedilmesinde “ince bilek”, erkeklerde ise “kapkalın bilek” gibi abartılmış imajların kullanılmasının da “güçlü erkek, güçsüz kadın” imajına katkısı olabileceği son zamanlarda bu meseleler üzerine çalışan bilim insanları tarafından da ileri sürülüyor. Bu sebeple eskiden ortaya atılan “cinsiyet farklıkları” hipotezinden ziyade “cinsiyet benzerlikleri” hipotezi, bilimde kendine yer bulmaya başlıyor (3).
Şu anda bakıldığında cinsiyetler arasında ufak farklılıklar gözükse bile bu farklılıklar değişmez farklılıklar değil. Kadınlar her anlamda güçlendikçe hem biyolojik hem de çevresel faktörler de birbirlerini etkileyecek ve bugün kabul ettiğiniz gerçeklikler yarının dünyasında çok farklı bir şekilde karşımıza çıkacak (4).
Tam da bu sebeple şimdi çok ciddiye alınan “erkeklerin daha güçlü olduğu” fikri de gelecekte ciddiye alınmayan bir fikir olarak değerlendirilebilecek. Her ne kadar cinsiyetler arası farklılıkların minimum düzeyde olduğu bilim tarafından kanıtlanmış olsa da bu duruma karşı mevcut direnç günlük hayatta “o zaman şu ağırlığı bir kaldır da görelim”, “inşaatta çalışın da görelim”, “ev taşırken eşyaları sen kaldır da görelim” tarzı yorumlarda karşılık buluyor. Umarız ki bu tartışmayı yapmaya ileride gerek kalmayacak ve bu argüman üzerine şekillen toplumsal roller de bu vesileyle yeniden sorgulanacak.
“Erkekler kadınlardan daha güçlüdür” gibi ifadeler genel olarak hem erkeklerin lehine ve kadınların aleyhine işliyor hem kadınların “zayıf” olduklarına ikna edilmelerine hizmet ediyor hem de günlük hayatın birçok alanında kadınlar “zayıf” veya “güçsüz” görüldükleri için ciddi bir önyargı ve bunun sonucunda da ayrımcılığa sebep oluyor.
Aynı zamanda erkeklerin kadınlardan daha güçlü olduğu tezi kadınların “korunması” gereken varlıklar olduğu düşüncesi ile birbirini besliyor ve kadınların kendi güçlerini de küçümsemelerine sebep oluyor (5). Üstelik güçlü erkek normuna uymayan erkekler ve güçsüz kadın normuna uymayan kadınlar toplumda kabul görmüyor.
Sıska, cılız ya da yeterince “maskülen” vücuda sahip olmayan erkeklerin ve “feminen” vücut yerine daha kaslı bir vücuda sahip olan kadınların da kendi vücutlarından utanmalarına sebep oluyor. Bu durum ancak cinsiyetin çizdiği sınırlar içinde var olmaya çalışan mutsuz bireyler yaratıyor.
Özden Melis Uluğ
Yazı sitemize kısaltılarak eklenmiştir.
(1) Lenskyj, H. (1990). Power and play: gender andsexuality issues in sport and physical activity. International Review of Sociology of Sport, 25, 235- 243.
(2)Trofimova, I. (2012). A study of the dynamics of sex differences in adulthood. Internatıonal Journal of Psychology, 2012, 47(0), 1–7.
(3) Hyde, J. S. (2005). The Gender Similarities Hypothesis. American Psychologist, Vol. 60, No. 6.
(4) ““Men and Women: No Big Difference”
(5) Nadler, J., Sebelski, C., Visich, P. & Mayhew, J. L. (1996). Comparison of Estimated and Actual Strength Performance among College Men And Women: Interaction of Perception and Performance. IAHPERD Journal Volume 29. No.2.