Geleneksel mimarimizde kapı, bulunduğu yapı için ayrı bir anlam ifade eder. Mabet kapısı
huzura, mektep kapısı ilime, irfana; kervansaray kapısı, emniyete, güvene; hane kapısı ise aile huzuruna ve bir çeşit sığınmaya açılan, küçük bir dünyaya geçiş unsuru gibidir. Bunlar arasında ev kapılarının elbette daha ayrıcalıklı ve kişiye özel bir konumu vardır. Bu konum, aile mahremiyetinin başladığı bir sınır niteliği taşımaktadır. Evet, normal şartlarda hane halkı dışında kimsenin bu kapıdan izinsiz girmeye ve onu zorlamaya hakkı yoktur. Keza bunun aksi haneye tecavüz sayılır. Bu, geçmişte böyleydi, bugün de böyle… Bugünkü kapı zillerinin işlevini, eskiden ana giriş kapıları üzerine bulunan tokmaklar yapıyordu. Dışarıdan gelen kişi bu tokmağa dokunur, ziyaretini evdekilere böyle duyururdu. Ev sakinleri çoğu kez tokmağın sesinden gelenin erkek mi; kadın mı olduğunu anlar, hatta bir kulak aşinalığıyla, gelen kişi tanıdık biri ise, vuruş şeklinden onun kim olduğunu tahmin de edebilirdi. Gelenin kimliğini daha kolay tanıyabilmek için kimi kapılara büyük ve küçük olmak üzere iki ayrı tokmak konurdu. Bazen de, kapının çekilip kapatılması için tokmağın yanına yerleştirilen, ‘şakşak’ veya ‘çekecek’ denilen bir halka ikinci tokmağın görevini yapardı. Eve kadın veya çocuk geldiğinde küçük olan tokmakla ya da halkayla kapıya vurur; yabancı bir erkek geldiğinde ise büyük tokmakla kapıyı çalardı.
Kapı tokmaklarının bizim kültürümüzde oldukça eskilere giden bir geçmişi vardır. Fakat, bunun Anadolu Türk mimarisinde bilinen en eski örneği Cizre Ulu Camii’ne aittir. Üzerinde tarihi bulunmamakla birlikte, caminin 13. yüzyıl başlarında inşa edildiği bilindiği için tokmağın da o dönemden kaldığı sanılmaktadır. Simetrik şekilde iki ejder ve ortalarında bir aslan başından oluşan bu tokmağın orijinali bir tarihte yurt dışına kaçırılmıştır. Günümüzde onun bir kopyası İstanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde teşhir edilmektedir. Osmanlı dönemi yapılarında daha sık görülen kapı tokmaklarından Manisa Muradiye Camii kapısı üzerinde bulunan tokmak, 16. yüzyıldan kalabilen en güzel ve eski örneklerden biridir.
Döğme ya da döküm olarak imal edilen metal kapı tokmakları büyük bir çeşitlilik gösterirler. Hatta denilebilir ki, benzerliklerine rağmen neredeyse pek az kapı tokmağı birbirinin aynısıdır. Öyle olunca da bu basit gibi görünen küçük elemanların her biri birer sanat unsuruna dönüşüverir. Aslında bu çeşitlilik çoğu kere hane sahibinin durumu hakkında da fikir verir. Bu tokmaklara bakarak ev sahiplerinin dinini, mesleğini, ekonomik durumunu tahmin etmek mümkün olabilmektedir.
Çeşitli sebeplerle sökülüp kaldırıldıkları için kapı tokmaklarına eski evlerimizde bile artık çok nadir rastlayabiliyoruz. Günümüzde kapı tokmaklarının işlevini artık bütünüyle kapı zilleri yapıyor. Gelenin kimliğini ya kapımızdaki küçük bir dürbünden bakarak, yahut da dış kapımızın yanındaki bir ahizeyi kaldırıp sorarak öğrenebiliyoruz. Teknolojinin birer getirisi olarak yaşadığımız bu kolaylıklar gelecek nesillere aktarabileceğimiz birer kültürel miras olabilecek mi bilmiyorum. Ama, sözünü ettiğimiz kapı tokmaklarının, yaptıkları işlevin ötesinde, kapılara estetik kazandıran minyatür süs unsurları ve bu anlamda geçmişe ait birer kültür varlığı olduklarını söyleyebiliriz. Geldiğimiz noktada, bugün evlerimizin kapısına niçin birer kapı tokmağı koymuyoruz; demek istemiyorum. Ama, yakın geçmişin birer hatırası, birer kültür unsuru ve tarihin küçük tanıkları olarak onlara farklı bir bakış açısıyla, biraz daha yakından bakmayı öneriyorum.
Kaynak: Ekoloji Magazin Ocak – Mart 2012
www.dunyalilar.org