Yaşam

Giydiğimiz Kıyafetlerin Bedelini Kim Ödüyor?

Ucuz kıyafetler her yerde. Bir liralık tişörtler, 10 liralık kotlar insanların en çok tercih ettiği kıyafetlerin başında geliyor. Primark gibi şirketler kendilerini ‘moda demokrasisi’ olarak adlandırıyor –modayı herkes için ucuz ve ulaşılabilir hale getirdiklerini söylüyorlar. Podyumda gördüğünüz kıyafetlerin çoğunun taklitlerini sokak mağazalarından ucuz fiyatlara almak mümkün.

Bu yazıda ucuz hızlı tüketim modasının gerçek bedellerini kimin ödediğine bakacağız. Çocukların sweatshop’larda (1) sömürülmesinin sorumlusu Primark’tan alışveriş yapan insanlar mı? Modanın yarattığı kölelik ve çevre felaketlerinin önüne nasıl geçilebilir?

İfade özgürlüğümüz başkalarının özgürlüklerinden daha mı önemli? Hızlı ve ucuz tüketime karşı olmak işçi sınıfına da karşı olmak mı demek, yoksa moda sadece zenginlerle sınırlı bir şey mi?

İNSANİ BEDEL
Modada hızlı tüketim ve 6-7 haftalık stoklarla çalışmak için olan talep milyonlarca moda mağdurunun oluşmasına neden oldu. Modanın bu kadar ucuz ve hızlı olmasını sağlamanın tek yolu üretim maliyetlerini düşürmekti: Ucuz materyaller ve mümkün olan en ucuz emek gücü kullanılmalı.

Eski yüzyıllarda Londra ve Paris’teki terziler zengin kadınlara kıyafet dikmekten kör olurlardı, şimdi ise Çin ve Hindistan gibi fakir ülkelerdeki insanlar insanlık dışı koşullarda sağlıkları pahasına çalışıyorlar. ‘The Devil Wears Primark’ (Şeytan Primark Giyer) adlı program da bu tip büyük zincirlerin işledikleri suçların altını çizmişti.

Primark bütün bunlara rağmen işçilerini haftada 80 saat çalıştırmaya devam ediyor. 2006 yılındaki verilere göre her 2 ayda bir 100’den fazla insan, sweatshop’larda Primark’a kıyafet dikerken ölüyor veya öldürülüyor.

Dahası, bu sadece Primark için geçerli değil, bütün moda şirketleri böyle. Pantolonlar, kotlar, elbiseler, iç çamaşırları… bütün bunlar insanların günde bir dolardan daha ucuza çalıştırıldığı fabrikalarda üretiliyor. Tesco’daki kıyafetlerin bu kadar ucuz olmasının nedeni de Bangladeş’teki işçilerin yıllık 145 dolara çalıştırılmaları. Aynı şirketin CEO’su Terry Leaky ise senelik 12,1 milyon TL kazanıyor.

Pahalı, tasarımcıların ellerinden çıkmış kıyafetlerin gelişmiş ülkelerde yapıldığını sananlar da büyük bir yanılgı içerisindedir. Bu kıyafetler de Bangladeş gibi ülkelerde ürettirilir, ancak ‘son işlemlerin’ yapılması bahanesiyle İtalya’ya yollanır. Böylece kıyafet üretildiğinde üzerinde ‘Made in Italy’ yazabilecektir.

Marks&Spencer, Gap ve Next gibi şirketlerin hepsinin, işçilerine saatlik 50 kuruş ödeyen sweatshop’larla anlaştığı belgelerle ispatlandı. Bu fabrikalardan birinde çalışan Jawal Hussain adlı bir işçi Observer gazetesine verdiği röportajda Haziran 2010’da günlük sekiz saatlik normal mesaisinin üstüne 133 saat fazla mesai yaptığını ve hiçbir fazla mesai ödemesi alamadığını anlatmıştı. Genellikle sabah 9’dan akşam 10’a, bazen gece 2’ye kadar sadece 2 adet yarım saatlik arayla çalıştırıldığını söylemişti. Anlattıklarına göre fazla mesaiye kalmayı reddedenler ya dövülüyor, ya işten kovuluyor ya da ikisine birden maruz kalıyor.

İŞÇİ HAKLARI MI?
Üçüncü dünya ülkelerindeki tekstil fabrikalarında çalışan işçiler, çalışma ortamlarında bulunan kimyasal maddeler nedeniyle ciddi sağlık tehditleriyle karşı karşıya. Kot taşlama işçilerinin dramı da dünya çapında biliniyor. Her yıl sayısız işçi, kotları eski göstermek adına ölüyor.

Büyük şirketler ise yüzsüzce “Biz bu yoksul, işsiz insanlara iş veriyoruz. Biz olmasak halleri daha kötü olurdu. Çalışma koşulları kötü olsaydı zaten çalışmak istemezlerdi” diyerek kendilerini savunuyor. Sağlıksız koşullarda bir fabrikada veya bir sweatshop’ta çalışmak, işsiz olmaktan daha iyi midir gerçekten?

Bu tarz üretim yapan yerlerde işçi hakları diye bir kavram bulunmaz. Nike başta olmak üzere birçok şirket asgari ücretin altında ödeme yapmak için hükümetlerle pazarlık yapmış, onları ikna etmiştir. İkna edemediği ülkelerde ise işe aldığı gençlere aylarca ‘stajyer maaşı’ adı altında asgari ücretin daha altında olan ödemeler yapmıştır.
Observer’ın Hindistan’daki işçilerle yaptığı röportajlarda; bu işçilerin kiralarını, faturalarını ve asgari besin ihtiyaçlarını ödeyip, köylerdeki ailelerine ufak bir miktar para gönderdikten sonra ellerinde hiç para kalmadığı anlatılıyor. Bu yüzden işçiler her ayın sonunu kredi kartlarına borçlanarak getirebilmektedirler. Annesi ve babası günde 16 saatten fazla çalışan çocuklar da bu durumdan mağdur olmaktadır. Çok büyük bir kısmı parasızlık nedeniyle okula gidemeyen bu çocuklar ailelerini neredeyse hiç görememektedir –eğer onlar da aileleriyle beraber çalışmıyorlarsa.

(1) – Küçük yaştaki çocuklar başta olmak üzere, çalıştırdığı insanlara düzgün maaş ödemeyen, sigortalarını yatırmayan, çok uzun çalışma saatleriyle insanları sömüren üretim atölyeleri.

352 milyon çocuk işçi!

ÇOCUK emeği sömürüsü ve ucuz moda elele gitmektedir. Çocuk köleliği Haiti’den Özbekistan’a, Fildişi Sahili’nden Çin’e kadar çok geniş coğrafyalarda yaygındır. UNICEF 1996 yılında yaptığı araştırma sonucunda dünyada 352 milyon çocuk işçi bulunduğu ortaya çıkmıştı. Çocuklar yetişkinlere göre daha sinik ve uysal oldukları ve daha ucuza çalıştıkları için, işverenler çocukları sömürmeye bayılır.
Çocukların kendilerini fabrikada bulmalarıyla yoksul insanların patlayıcılarla ilgili ve tehlikeli işlerde çalışmasının altında aynı mekanizma vardır. Ana neden yoksulluktur; bu insanlar sadece yaşamlarını devam ettirmelerini sağlayacak kadar yiyecek, sığınabilecekleri bir mekân ve üstlerine geçirebilecekleri bir kumaş parçası ve aileleri için çalışır.

Ancak bazı faktörler çocuk sömürüsünü hızlandırmaktadır. Aile bireylerinden birinin ölümü (ölüm nedenleri arasında AIDS hızla artmaktadır) ve boşanma gibi olayların ardından çocuklar yetişkin rolü oynamak zorunda bırakılır. Kızlara karşı cinsiyetçilik ve belirli bir azınlık grubuna karşı uygulanan baskılar da çocukları çalışmaya zorlamaktadır.

Çocuklarının çalışmasına göz yumdukları veya onları çalışmaya zorladıkları için yoksul insanları suçlayan makaleler ve programlar vizyonsuz ve faydasızdır. Yoksulluk yeryüzünden silinene kadar, biz bu dünya üzerine eşitliği getirene kadar çocuklar sömürülmeye devam edecektir. Bu çocuklar ailelerinin sorumsuzlukları yüzünden değil, küresel yoksulluk düzeni yüzünden çalışmaktır. Bundan kurtulmak, gücü ve kaynakları elinde bulunduran iktidarların sorumluluğudur –ancak bunu talep etmek ve gerçekleştirmeleri için baskı uygulamak da bizim sorumluluğumuzdur.

Makul bir asgari ücret, düzenlenmiş çalışma saatleri, fazla mesaiyi seçip seçmeme özgürlüğü, yazılı sözleşmeler, sendikalar, uygun yaşama koşulları, hastalık ödemesi, annelik ödemesi ve insanların köleleşmesini engelleyecek diğer şeyler olana kadar fabrikalar, iddia ettikleri gibi işçilere bir iyilik yapmaz. Onları kendi kârları için sömürmeye devam ederler. Nasıl ki bu çalışma koşullarını ülkemizde kabul etmiyorsak, başka ülkelerde kıyafetlerimizi üreten insanların da aynı şekilde sömürülmesini kabul etmemeliyiz.

TANSY HOSKINS: Yazar, aktivist ve her 29 Eylül’de Londra’da düzenlenen ‘Yargılanan Moda’ adlı isyan etkinliğinin eş-organizatörü
Çeviren: ONUR EREM- http://onurerem.com/
Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu