Seni, bir düşünce labirenti gibi sonsuzluğa uzanan gizli felsefe bahçelerinde aramayı isterdim. Orada beş bin yıl öncesinden çıkıp gelmiş ilk kez kalemle yazı yazan ve ilk elbiseyi diken insan olan Hermes’ten sormayı arzu ederdim seni. “İnsanlar ölümlü tanrılar, tanrılar ölümsüz insanlardır.” diyen Hermes’ten yedi katlı evrenin sırlarını da öğrenmeyi dilerdim.
Sócrates gibi hep yalın ayak yürümeyi ve Yunus Emre gibi “Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil.” diyerek çıplak ayakla, elimde bir asa dağ taş seni aramayı isterdim.
Senin izinde Marco Polo gibi pervasızca Moğol dünyasına dalmayı, Christopher Colombus gibi kendimi Hindistan yollarında kaybetmeyi arzu ederdim. Rotterdamlı Erasmus gibi ölürken son sözlerimi ana dilimde söylemeyi, onun “deliliğe övgü”sü gibi, bir delilikten başka bir şey olmayan aşkıma övgüler yapmayı dilerdim.
Sonra Eden Bahçeleri’nden kovulmuş, umarsız, yitirecek bir şeyi kalmayan ve geleceği olmayan bir insan olmayı dilerdim. Felsefe bahçelerinde, tanrılar karşısında insanı tutan yüce Homeros ile karşılaşmayı, daha sonra ilk filozof olarak nitelenen eski Yunan’ın yedi bilgesinden birisi olan Thales’i görmeyi ve onun gibi ana madde olan suya inanmayı isterdim. Thales’in elindeki tasın içindeki suda kendi suretime bakar, ama nedense hep senin suretini görürdüm.
” Ölçü en iyi şey.” diyen Rodoslu Kleobulos’u dinlemeyip seni ölçüsüz ve sınırsız bir şekilde sevmeyi ve özlemeyi; “Tutkularını dizginle.” diyen Spartalı Khion’un tersine, tutkularımı vahşi atlar gibi dörtnala, içimdeki sonsuz vadilere salmayı isterdim.
“Yaratmayla yok olmanın arasındaki sonsuz kovalamacada”
“Evren, yaratmayla yok olmanın sonsuza kadar birbirini kovalamasıdır.” diyen Herakleitos’ten esinlenerek, seni sonsuza kadar kovalamayı, bu yolda yok olmayı dilerdim. Empedokles’den ilkelerin ilkesi sevgiyi öğrenmeyi ve sana olan sevgimi sonsuz biçimde çoğaltmayı arzu ederdim.
Sormanın, karşılık vermekten daha kolay olduğunu söyleyen Thrasymakhos’a uyarak, herkese seni sormayı, seni bana soranlar karşısında ise mutlak bir sessizliğe gömülmeyi isterdim. “Evren, mümkün olan evrenlerin en iyisidir.” diyen Aquinolu Thomas’a özenerek, sana olan aşkımın mümkün olan aşkların en iyisi olduğunu düşünmeyi dilerdim.
Seninle bir Yin Yang gibi yanyana ve karşı karşıya sonsuza kadar birlikte olmayı arzu ederdim. O gizli felsefe bahçesinde bilge Lao Tse’ye rastlamayı dilerdim; ondan önsüz ve sonsuz Tao’yu dinlerdim. Varlığı doğuran yokluğu arar gibi seni sonsuza kadar aramayı, ama asla bulmamayı dilerdim.
Sonra orada oturmuş uzaklara bakan usta öğreticilerin soyundan gelen evrensel Buda ile karşılaşmayı arzu ederdim. Ona aşkımın sınırsız boyutlarından söz eder ve ondan varlığımı anlamlandırmasını dilerdim. Sonra seni ararken, aynı zamanda gerçeğin yasası Dharma’yı da aramayı, engin bilgelik ve şefkat okyanusunda seninle boğulmayı arzu ederdim.
Ve bir gün, altı kızından yalnızca birisi yaşamış olan hayata kırgın Montaigne gibi kendimi her şeyden izole ederek evime çekilir ve geri kalan hayatımı seni düşünerek, kitaplarımın arasında geçirirdim.
Thomas More’un özel mülkiyetin yasak olduğu güneş ülkesindeki “Űtopya Adası”na seninle beraber gidip, ömrümüzün sonuna kadar orada yaşamayı arzu ederdim.
Sonra o gizli felsefe bahçelerinde gözleri uzaklara dalmış düşünen Descartes ile karşılaşmayı arzu ederdim. “Varlığımın amacı ne: mutluluk.” diyen ona, şöyle demeyi isterdim: varlığımın amacı aşkımdır. Ve tıpkı onun yaptığı gibi, bir eve benzeyen aşkımızı yıkar ve sonra yeniden yapardım.
Sonra sana olan aşkımı agnostik bir aşk olarak tanımlar ve senin varlığından bile artık emin olmamayı isterdim. Çileci Diógenes gibi gündüz vakti elimde fenerle dolaşarak, dürüst bir insan arar gibi seni aramayı dilerdim.
O bahçede bir köşede, erkenden ölen ve “ne ahlâksal idealini ne trajik şiirini gerçekleştirebilen” Nietzsche’yi de görmeyi dilerdim. Torino’da sahibi tarafından kırbaçlanan yaşlı bir atın boynuna sarılarak ağlayan Nietzsche gibi, seni bulduğumda sana tüm gücümle sarılarak ağlamayı isterdim.
“Doğurmayan annenin oğlu Tlepş gibi”
Önceleri örsü taştan, çekici ağaçtan olan Tlepş’in esin kaynağı nasıl Seteney ise, benim de esin kaynağım sensin. Çekici kıvılcımlar saçan ve demire boyun eğdiren Tlepş gibi, kor gibi kızgın olan yüreğimi tıpkı bir demir gibi dövmeyi ve aşkımın kıvılcımlarını ortaya çıkarmayı isterdim. “Doğurmayan annenin oğluyum.” diyen Tlepş nasıl demirlerle konuşuyorsa, ben de hayalimdeki seninle konuşmayı arzu ederdim.
Erol Anar
Dünyalılar