Yüksek teknolojiye dayalı gösteri toplumunda; insanın yıkıcı, vahşi, barbar güçleri; serbest bırakılarak, korkunun çok daha kontrollü üretimine geçilmiş ve insanları, vurdumduymaz, edilgen ve sinik hale getiren güdüler şaha kaldırılmıştır. Gösteri toplumunda, kültürel kuşatma altına alınan yığınlar; diziler, yarışlar, eğlenceler ve medya afyonuyla, sanal bir mutluluk içinde sessiz tutulabilmektedir. İnsanların kendi özerkliklerini yitirdikleri ve bireysel karar verme erklerini, gönüllü olarak devrettikleri toplumlar, aslında sahte cennet toplumu olan gösteri toplumlarıdır. Günümüzün gösteri toplumunu oluşturan kentlerdeki vahşet ve iki yüzlülük, aldatmaca ve korku, ilk çağlarda kurulan antik kentlerden çok daha sistemli, denetimli ve hassas bir kontrole dayanmaktadır. Emeğin en azgın sömürüsü ve ucuzlatılması bu kentlerde yaygındır. Dışarıdan çok düzenli ve bakımlı gözüken bu kentlerin, aslında hırs ve korkunun doruğundaki mafyatik mengenelerle sıkıştırıldığı açıktır.
İnsan kişiliğinin zorba hiyerarşiye uyum sağlaması için yarılması, kendini inkar etmesi ve insanlığa yabancılaşması süreci, mega kentlerde had safhadadır. Bu kentlerin sanat ve kültürün gelişiminde ve insanın tarihsel bağlarından kurtulup özgür ve özgün bireyler haline gelebilmesinde, uygun bir zemin hazırladığı, sadece bir safsata ve masaldır. Yeryüzünün eko-sistemini boydan boya parçalayan mega kentlerde, zihinsel her adım, özgür gözükür ama aslında çok daha sıkı bir denetim ve yönlendirme altındadır. Bu kentlerin ortak yaşam alanları oldukça gösterişli olsa da şehrin çeperlerindeki farklı yaşamların; ortaklaşan, adaletli bir yaşam ağına açılması her zaman sınırlıdır. Evsiz ve bakıma muhtaç insanlar ve etnik mahallelerde kimsesiz ve işsiz kalanlar, mega kentin çılgın rekabetinde, travmatik yıkımlara ve nevrotik darbelere maruz kalırlar ve onlar, dışlanan marjinaller olarak, var olma yarışına eşit koşullarda başlayamazlar.
Mega kentlerdeki ayrışmanın ve kutuplaşmanın vahşiliği, hayatta kalma mücadelesinin acımasız kurallarını yaratır. Bu kurallar; birbirinin gözünü çıkarma, birinin sırtına binme, başkasının ürettiği değerleri çalma ve kullanma gibi, insanı baştan ahlaksız ve vicdansız kılan, yani insanlığından çıkaran kurallardır. Bu anlamda mega kentlerdeki toplumsallaşma, vicdani özgürlük dairesinde yaşamak isteyen dürüst ve erdemli insanların, alaya alınarak aptal sayıldığı ve en baştan yüzsüzce yenik ilan edildiği, vahşi ve barbar toplumsallaşmalardır. Mega kentlerde insanlar, kendileri olamazlar, egemen kültüre boyun eğmek durumundadırlar. Bir yandan kendi kültürünü yaşayıp bir yandan egemen kültürü yaşamak ve yaşatmak zorunda bırakılması, insanlarda kişilik yarılmasına neden olmaktadır. Mega kentler, bu anlamda kozmopolit olma iddiasıyla melez kültürleri savunur gözükse de her zaman merkezde muthüş bir azametle duran hiyerarşik-devletçi kültürü yaşatmaya ve korumaya devam etmektedir.
Aydın Mutlu Dinçoğlu
Dünyalılar
Yazının birinci bölümü için: https://dunyalilar.org/mega-kentler-1.html