Hayatta hedefleri belirlemenin önemine dair bir sürü yazı okuyoruz. Hedefler belirlemek çoğu zaman belli bir döngü içinde algılanıyor: kariyer yapmak, belli bir refah seviyesine ulaşmak, hayatta güçlü olup girilen yarışları kazanmak.
Fakat, Dr. Shelley Prevost’a göre hayatın amacı veya anlamı dediğimiz şey, birey olarak varoluş amacımıza işaret eder. Bu da kişinin, mesleki anlamda işi ne olursa olsun, kendi hayatını ve kendini keşfetme sürecini özgürce yaşayabilmesi anlamına gelir.
Ancak bu çoğunlukla o kadar kolay değildir. Neden mi?
1. Ne istediğimizi düşünmeden bir yaşam döngüsüne giriyoruz.
Toplumumuzda bireyden beklenen belli yapılacaklar listesi bulunuyor; okulunu bitirmek, evlenmek, çocuk sahibi olmak, bir kariyer çizgisi tutturmak ve emekli maaşını beklemek…
Oysa ki bu döngü, bireyi özgürleştirmekten çok tek tipleştiriyor. Kişi hayatla ilgili kendi bir karar almak yerine, toplumun ona sunduğu bu döngü içine yerleştiriyor kendini.
Hayatın anlamını bulmak kendi iç sesimizi dinlemekten geçiyor. ¨Hayatın bize yapmamız gerekeni söylemesi gerekirken, biz hayatımıza olması gerektiği şekli dikte ediyoruz¨ diyor ¨Let your life speak¨ kitabının yazarı Parker Palmer.
İçimizden gelen çağrılar, içimizdeki temel tutkuların ve dürtülerin de sözcüsüdür. Çoğu zaman içimizdeki en büyük korkuları da ifade eden bu çağrılar, başa çıkması güç dürtülerdir. Bu yüzden, çoğunlukla içimizden gelen çağrıları dinlemek yerine önümüze çizilen yolda ilerlemeyi tercih ediyoruz.
2. Sessizlikten rahatsız oluyoruz.
Yaşadığımız toplum, sükûneti değil eylemi yüceleştiriyor.
Fakat kişinin kendini dinleyebilecek bir sükûnete sahip olmaması son derece tehlikelidir. Sürekli dış seslerle beslenen birey, bir müddet sonra yalnızca egosundan oluşur. Egonun bu kadar güç kazandığı bir ortamda ise, hayatın anlamını çözmek güçleşir. Ego benliği ele geçirir.
Sessizlik; kişinin kendini dinlemesine, yaşadıklarını sindirmesine, olayları analiz etmesine ve kendi özgün düşüncelerine erişebilmesine imkan sağlar. Yaşananların hayat dersi olarak yer almasına imkan verir.
3. Karanlık yüzümüzden korkuyoruz.
Karakterimizin belden aşağısı, ya da psikanalist Carl Jung’un da dediği ¨gölge¨leridir karanlık yüzümüz. Zaaflarımız, başarısızlıklarımız, bencil isteklerimizdir kimsenin görmesini istemediğimiz.
Oysa ki karanlık yüzümüzün de bizlere vermek istediği bir mesaj var. Genellikle bu ilkel dürtülerdir bizim hayatımızın anlamını belirleyen. Zayıflıklarımızdır en çok gelişmek için can atan. Özellikle de, kendimizi tanımada en büyük rolü oynar karanlık yüzümüz ve gelişim için gerekli ipuçlarını yine onlar verir.
Ama çoğumuz, bu karanlık tarafıyla yüzleşmek yerine, onu saklamaya çalışır. Dışarıya göstermek istediği kişiliği benimseyen kişilerle yaşamını sürdürür ve bir maske ile yoluna devam eder.
Hayatın anlamını sorguladığımız bu yazıyı güzel bir şiir ile kapatalım.
ANLAR
Eğer yeniden başlayabilseydim yaşama
İkincisinde daha çok hata yapardım
Kusursuz olmaya çalışmaz…sırtüstü yatardım
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığı kadar çok az şeyi ciddiyetle yapardım
Temizlik sorun bile olmazdı asla, daha çok riske girerdim
Yolculuk ederdim daha fazla
Daha çok gündoğumu izler, daha çok dağa tırmanırdım
Daha çok nehirde yüzerdim
Görmediğim birçok yere giderdim
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye
Gerçek sorunlarım olurdu, hayali olanların yerine
Yaşamımın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben
Elbette mutlu anlarım oldu ama
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu
Farkında mısınız bilmem; yaşam budur zaten
Anlar, sadece anlar. Siz de “an”ı yaşayın
Hiçbir yere yanımda termometre, su, şemsiye ve paraşüt
Almadan gitmeyen insanlardandım ben
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım
Eğer yeniden başlayabilseydim, ilkbaharda ayakkabılarımı fırlatır atardım
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır
Çocuklarla oynardım
Bir şansım olsaydı eğer
Ama işte 85’indeyim ve biliyorum
Ölüyorum…
Jorge Luis Borges
Dünyalılar