Yaşam

HER İLİŞKİ BİR AKIŞTIR

erolll

 Sevgili Uzaklar,

İlişki kurma gereksinimi birçok nedenden kaynaklanır. Bunlardan bazıları yalnızlık duygusunun aşılması, toplumsal onay, kendi değerinin farkına varma istemi, güven, paylaşma, dayanışma ve destek arayışlarıdır. İlişki kurmak, ilişkiyi geliştirmek ve uzun vadeli bir dostluğa dönüştürmek hiç de kolay bir iş değildir. Kişiler, zorunlu ilişkilerden çok, gönüllü ve herhangi bir çıkar alışverişine dayanmayan ilişkilerden hoşnut kalırlar. Bu tür ilişkilerin ateşleyicisi ve geliştiricisi sevgidir. İlişkinin gelişmesi, sevginin gelişmesiyle olasıdır.

Ancak ikili ilişkilerde insanlar genellikle, ilişki geliştirdikçe buna paralel olarak çeşitli korkulara da kapılırlar. Bunlar bağımlılık, başkasının benliği içinde yok olma, diğerine karşı kendini güçsüz hissetme vb… gibi korkulardır. Bu korkuların baskın duruma gelmesi engellemeyi açığa çıkarır ve kişi bağımlı olmayı ilişkinin gelişmesiyle eşanlamlı algılayarak, frene basmaya ve ilişkiyi kontrol etmeye yönelir. Çünkü bağımlılık, terk edilme korkusunu da beraberinde getirecek ve böylece kişi daha önceden yaşadığı deneyimlerin ışığında bu acıları tekrar yaşamaktan kaçınmak isteyecektir.

“Çünkü iki insan arasında gerçek bir ilişki yerine karşılıklı yapmacık davranışlar, tutkuyu yaratmaya yönelen sonsuz direnmeler çıkarmak, onu dindirecek çareleri reddetmektir. Heyecan şiddetinin, sevgililerin gerçek duygularıyla değil de, engellerin dayanıklılığıyla doğrudan doğruya oranlı olduğu görülür.” [1]

Oysa her insanın farklı özellikleri taşımasından dolayı, her ilişki de farklı olacaktır. Bu nedenle bu tür kaygılarla ilişki kurmaktan kaçınmak, yaşamı monoton algılamaya denk düşer ve kişinin yaşamını anlamsızlaştırır.

İnsan sevilmek kadar, sevmeye de gereksinim duyar. Başkası tarafından sevildiğini bilmek hoş bir duygudur, fakat asıl önemli olan ve yaşam isteğini arttıran kişinin sevme duygusudur. Kendisini sevmeyi başaramayan birisi, başkasını da sevemez. Frenczi, “İnsanlar birbirlerini sevmek istiyorlar, fakat bunu nasıl başaracaklarını bilmiyorlar.” diyor. Sevme duygusunu bastıran kişiler, sevgiyi açıklıkla yaşayamaz ve benliklerine bir değersizlik, güvensizlik duygusu egemen olur. Bu duygular da nefret, öfke ve kine dönüşebilir. Sevgisini dürüst olarak ifade eden kişi, kendisiyle barışık ve sevgi deposu sürekli dolu olan kişidir.

İnsan sevilmek kadar, sevmeye de gereksinim duyar

“İyi bir ilişkinin ölçüsü onun kişilere uygun zihinsel, duygusal ve ruhsal gelişmeyi ne denli yüreklendirebileceğiyle anlaşılır. Bu yüzden bir ilişki yıkıcı olursa, insanca soyluluğumuzu tehlikeye sokar, gelişmemizi engeller, sürekli olarak bizi üzer ve moralimizi yıkar. İlişkinin kötüye gitmesini önlemek için elimizden geleni yaparız. Eğer mazoşist değilsek ve üzülmeyi sevmiyorsak sonunda bu ilişkiyi keseriz.”[2]

Sevgili Uzaklar,

İnsan ihanetini de, dürüst ve kendisini geliştiren, tatmin eden bir ilişkide yenebiliriz. Güven ve paylaşım duygusu da gerçek ilişkilerde öğrenilebilir. Öyleyse insanın insanlığını ölçen turnusol kağıdı ilişkilerdir. Geçmiş ilişkilerin acısını, ancak yeni ilişkiler ortadan kaldırabilir. Yeni ilişkiler kurmaktan kaçınan insanlar, geçmişte yaşamaya mahkûmdurlar.

Sevgisini ifade etmekten kaçınan insanlar sık sık anksiyeteye tutulurlar. Anksiyete yaşayan insan için sevgi ikinci plandadır. O, güvenlik duymak amacıyla sevgiyi arar, sevgi onun için yalnızca bir zırhtır.

Oysa yaşam akıp gitmekte ve insanlar yaşayabilecekleri çok şeyi kaçırmaktadırlar. “Hayat, bir anlam sorunu değil, bir akış sorunudur. Önemli olan akıştır. Düşüncesiz bir papatya bile akan küçük bir ırmağa benzer, bir an bile durmaz. En son görünmezde kaybolana kadar sürekli bir akış içindedir.” [3]

İlişkiden kaçınan insanlar, kendi içlerine inmekten de kaçınır ve yaşamın karşısında yenik düşerler. İlişkilerde en önemli etkenlerden birisi de hoşgörü ve bağışlamadır. İlişkinin gelişmesi, öznelerin birbirlerinin hatalarını bağışlamalarından geçer. “Peter, İsa’nın yanına yaklaşıp sordu, ‘Aziz büyüğüm, erkek kardeşim bana karşı günah işlediği zaman onu kaç kez bağışlamalıyım? Yedi keze kadar mı?’ İsa yanıtladı, ‘Ben sana yedi kez değil, yetmiş kere yedi kez kardeşini bağışlamanı söyleyeceğim.”[4]

İkili ilişkilerde tarafların birbirine yaklaşımında karşılıklı tepkiler, saldırılar belirleyici rol oynar. Örneğin taraflardan birisi diğerine karşı onu yaralayan bir davranış geliştirdiğinde, karşı taraftan tepki bekler. Bu tepki, karşı tarafın da ona saldırması beklentisidir. Çünkü, genellikle karşı taraf kendisinden beklenilen davranışı gösterdiğin de ” ödeşmiş” olacaklardır ve ilişki de sürecektir. Ama böyle bir durumda karşı taraf kendisinden beklenilen davranışı göstermezse, tepki beklentisi içinde bulunan kişi bir tedirginlik yaşayacaktır. Çünkü karşısındaki kişi beklediği davranışı göstermemiştir ve ne yapacağı da belli değildir. Bu durum, diğer kişinin kaygı ve tedirginliğini giderek artıracaktır.

İnsan toplumsal yaşamı içerisinde sürekli bir ilişki arayışındadır. Bu ilişki arayışı, bir bakıma insanın başkalarının gözündeki değerini anlama çabasından kaynaklanır. İkili ilişkilerde, kişiler genellikle kendilerini onaylatma, anlatma, destekleme bu tip ilişkilerde ikinci planda kalır. İlişki kurma isteği, aynı zamanda kişinin kendisini arayış serüvenidir.

Kendi benliklerine güvenmeyen kişiler, kendilerinden güçlü gördükleri kişilerle ilişki kurmaktan kaçınır ya da ilişkilerini en aza indirgemeye çalışırlar. Oysa bir kişi diğer bir insanın kendisinden daha güçlü olduğuna inanıyorsa, bu o kişinin kendisini güçsüz hissetmesinden kaynaklıdır. Kendisini güçsüz ve değersiz hisseden kişi, çevresinde kendisinden güçlü görünen kişiler yaratacak ve giderek nevrotik problemlere gömülecektir.

Sevgili Uzaklar,

Toplumsal yaşam içerisinde “güçlü insan” olarak görünmeyi imajlardır. Birisi kariyerine, diğeri parasına, bir diğeri bilgi birikimine sığınarak güçlü olduğu imajını vermeye çalışır. Bu kişiler, içten içe derin bir değersizlik duygusu yaşarlar. Çünkü kendi kişiliklerini bir imajın içerisine hapsetmiş ve kendilerinden uzaklaşmışlar, yabancılaşmışlardır; imajlarını kaybettikleri anda çökmeleri kaçınılmazdır.

Başka insanlara göstermek ve kendisini kanıtlama eyleminin bir aracı olarak kullanmak amacıyla güç kazanmak isteyen kişiler, güç sahibi olsalar da güçsüzlerdir. Bu tip kişiler, her türden ilişkilerinde kendi güçsüzlüklerini örtmek ve güçlü bir imaj vermek amacıyla her fırsatta diğer insanları ezmeye ve aşağılamaya yönelirler. Ve böyle kişiler “başkalarının sorumluluğunu” taşıdıkları iddiasıyla kendi sorumluluklarını üstlenmezler.

“İnsanın kendi sorumluluğunu üstlenmesi, bir başka insanın sorumluluğunu üstlenmesinden çok daha güçtür. Birinden kendimiz için bir şey istemekle bir diğer insan adına istemde bulunmak farklı yaşanılan olgulardır, çünkü riskleri de farklıdır. İnsanın başkalarının sorumluluğunu üstlenerek kendine karşı olan sorumluluklarının görmezlikten gelmesi çoğu kez çocukluk yıllarında öğrenilmiş kusurlu bir davranıştır.”[5]

Kendi sorumluluğunu taşımak imajlarla değil, içsel olarak güçlü olmakla sağlanır. Kendisini dönüştürmeye çalışan, kendi değeriyle bir güç ifade eden kişiler, başkalarına güç gösterisi yapmaktan kaçınır, ilişkilerinde hoşgörülü, rahat ve doğal davranırlar. Gerçek güç işte budur, Bu insanlar, “en aşağıdan”, “en yukarıya” yaşamın her alanında çalışabilir ve başarılı olurlar. Çünkü gücü ve değeri sağlayan şeyin imajlar değil, kişinin kendi içindeki değeri olduğunun farkındadırlar…

Erol Anar

Dūnyalılar

Not: Yazarın baskısı tūkenen “Sen” 2003, adlı kitabından alınmıştır.

[1] Aşkın Anatomisi, Denis de Rougement, “Çağdaş Çiftin içinde bulunduğu bunalım” Say Yayınları, Haziran 1996, İstanbul, s.82.

[2] age.

[3]  Aşkın Anatomisi, s.192

[4]  Matta İncili.

[5]  Geçtan, Engin: İnsan Olmak, Remzi Kitapevi, 18. Basım, Mayıs 1997, İstanbul, s.98.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu