Hayat, onu yaşama biçimimiz ve bizi biz yapan şeyler… Tercihlerimiz ve vazgeçişlerimiz arasında kısa veya uzun gidiş gelişler var. Büyük bir sarkaç gibi salındığında, belki tam o ana değecekken, bir milim kalmışken belki, tekrar geri gelen, bizi biz yapan bir döngü, biz yapan korkularımız hatta…
Aslında okumak istediğimiz okullar ve gerçekte okuduklarımız… Daha kendimizle flört ederken yaşama biçimimize karar verme amatörlüğümüz ve bizi buralarda sistemle çarpıştıran o ilk gülümseyişleri hayatımızın. Tümden gelimi öğrendiğimiz yıllar. Yapacağımız işe karar verip, sonradan okul tercihi yapma hallerimiz ve biz. Temeli daha çocukken doğrular ve yanlışlar, iyiler ve kötüler, başarılı ve başarısızlarla atılmış bir zeminde, ne muhteşem doksana takışlar.
Ailemiz. Hep daha iyisine yönlendiren, karar verenler. Kendi hayallerini, yapamadıklarını üstümüze yükleyip, hadi diyenler. Hadi, sen yap ki ben kendimi seninle gerçekleştirmiş olayım, sen yap ki olabileceğini göreyim, sen yap ki ruhum huzur bulsun, zaten seni de ben yaptım ya…
Aramızdaki oyuncu olmak isteyen doktorlar, arkeolog olmak isteyen bankacılar, yazar olmak isteyen pazarlamacılar, parmak kaldırsınlar. Zaman sonuna gelip de, hayat onları işaret etmeden, onlar kendileri teslim olsunlar, ben yaptım desinler. Bunu kendime ben yaptım ve pişmanım, çünkü korktum. Ve yalnızlık, parasızlık, dışlanma korkularımız, çokça şekillendiriyordu bizi…
Hayatımızı yöneten korkularımızsa yaşamak bunun neresinde?
Sadece nefes alıyorsak canlı olduğumuz düşünülebilir mi?
Sanatçı izlediniz mi hiç? Öyle sahnede ya da resminden ya da şiirinden değil. Olduğu gibi sigara içerken belki, sizinle konuşurken, yürürken… O biricikliği, o kendi olma halinden mutlu oluşu, yakaladığı ritmi, ağır ya da hızlı o ritmin dışarısıyla olan ahengini görebildiniz mi? İç yüzleşmelerinden kalmış yüzündeki çizgileri, hayattaki duruşunu yaratmak için gösterdiği çabadan, gözlerinde oluşturduğu pırıltıyı, içten olduğu için sesindeki o ışıltıyı duydunuz mu hiç?
Her sabah yataktan kalkarken aklınıza ilk ne geliyor?
Kalbinizin atışını hissederek, heyecanla en son ne zaman bir şey yaptınız?
Bir sevgili ihtimaline, hesapsızca yaklaşmanın erdemi hala bir yerlerimizde duruyor. Onu kullanmak bize öğretilmedi ama. Hep bir adisyonu oldu o kadın ve adamların. Çizgi çekildi, hesap çıktı, beğenmeyip geri gönderen de oldu, o haliyle kabul eden de. Hep görüldü ya o hesap, işte bizimki de o hesap.
En son ne zaman sevişme hırsı olmadan öptünüz, kokladınız birini?
En son ne zaman yakın oldunuz?
İçine dokunan bir şiir okumak gibi iri gagalı yalnızlıklara sımsıkı sarılmışken, en son gözünün dolduğu anı hatırlamaya çalışmakla geçen saniyelerin tam içinde, yaşamak var. En son taktığımız maskenin rengini beğenmeme halini tartışalım. Dışarıdan nasıl göründüğümüzün bu kadar da farkında olmak duygularını, parçalayarak çıkaralım içimizden. O ipek halıların altında artık pot yapan, ayağımızı tırmalayan, çelme takan o fazlalıkları çıkaralım, düzleyelim, kolaylaştıralım, akıtalım biraz…
Orijinal olmak ne lüks!
Aslı Can
Dünyalılar