Lübnanlaşma terimi siyasi literatürde sıkça kullanılır. Bir ülkeyi istila ve kontrol etmek için, etnik, dinsel ve ülke içinde varolabilecek her türlü farklılıkların kullanılarak “bölünmüş” hale getirilmesi anlamına gelir kısaca.
Lübnan, Müslüman ve Hristiyanların yüzyıllarca bir arada yaşadığı ve “proje” nin Orta Doğuda ilk “uygulamaya “ geçilmesi sonucu merkez gücün ortadan kaldırıldığı , kaosun hakimiyet sürdürdüğü, birbiriyle savaşan dini ayrımların olduğu, çıkar gruplarının birbirlerine girdiği bir ülke haline dönüştürüldü. Bir ülke ki ordusu ülkeye dışardan yapılan saldırılara ve işgale tarafsız ve seyirci kaldı, bununla beraber provokasyon sonucu kendi halkına acımasızca saldırdı.
Lübnanlaştırma teorisinin yaratıcısı Bernard Lewis bile bu kadar başarılı olunabileceğini düşünmemiştir herhalde.
Yakın tarihte olan bu olayları bilmekle birlikte filmin gerçekçiliği insanı sarsmakla kalmıyor resmen duvardan duvara vuruyor. Ve bunu duygu sömürüsü yapmadan yalnızca gerçeklikten yola çıkarak yapıyor… Zaten bu gerçeklik de yeterince trajediyi barındırıyor.
Lübnan asıllı Kanadalı Wajdi Mouwad’ın tiyatro oyunundan uyarlanan filmin yönetmeni Dennis Villeneuve. Filmin müziği (radiohead’den like spinning plates ve you and whose army) harika… Sahneler arasındaki geçişler de bana göre iyi ayarlanmış. Müslüman-Hristiyan çatışmalarında taraf olmaktan ziyade mesafeli bakış açısı korunmuş ve olayın kahramanı Newal gözünden aktarılmış.
Kısaca filmin konusu;
Simon ve Jeanne adlı yetişkin ikiz kardeşlerin geçmişe dair serüvenidir. Anneleri Nawal, Kanada’da sakince yaşayan ve çocuklarını büyüten lübnan’lı bir kadındır. Nawal ölür ve bıraktığı vasiyet çocukların abileri ve babalarını bulmalarıdır. İkizler, baba ve abiyi bulacak ve onlar için yazılmış iki mektubu sahiplerine teslim edeceklerdir. Nawal ancak böyle huzur bulacaktır. Çünkü yaşadıkları neticesinde Nawal sırt üstü gömülmeyi bile istememiştir. O kendi deyimiyle “bu dünyaya sırtı dönük olarak yüzü koyun” gömülmeyi vasiyet etmiştir… ikizler için zorlu bir durumdur, dillerini hiç bilmedikleri bir ülkeye, Lübnan’a yolculuk başlar… Bu serüven, onları annelerinin geçmişiyle ilgili çarpıcı bir gerçekle karşı karşıya getirir. İzleyiciyi tamamen içine alan film, tüm iniş çıkışların sonunda şok etkisi yaratmakla kalmaz, insanlığından da utandırır. Artık ip uçları düzenli bir çizgi halinde ilerlemez ve neticede sarmala döner. Ve filmin en can alıcı repliği gibi 1+1=2 etmez!
Tüm gerçekliğiyle Ortadoğu, insanlığın ızdırabı, emperyalist politikalarla birbirine girmiş insanlar ve bunların ortasında küçücük üniversiteli bir kadın… işkencenin bir insanlık suçu olduğunu yüzümüze vurur film ve bir kadının bunları yaşarken gördüğü özel muamele de yabancısı olduğumuz bir durum değildir. Fakat yine de mideye yenilmiş bir yumruk hissedersiniz…
Film tüm bu özelliklerine rağmen yeterli izleyici kitlesine ulaşmamış ne yazık ki… internetten ya da dvd vb. bulursanız izlemenizi öneririm.
UYARI: Benim yaptığımı yapmayın, izlerken yanınızda birileri olsun, filmin sonunda sarılmak için…
Ayça Taşkaya