İnsan Olana Yer Var mı?
Buradasın işte, gerçeğin içinde, bataklığın ortasında, avlayanla avlananların vahşi ormanında. Gözlerini açıp doyasıya bakmak istediğin ne var bir düşün? Perdeler bu yüzden kalın, perdeler gözbebeklerine çekili.
Gökyüzünü, güneşi, denizi Tanrı’dan satın alan avcıların gücü, zırh gibi çevrelediğinden beri doğal ortamını, uzak diyarlarla flört eder oldun.
Her tartışmada ayrılmak istediğin, resti çektiğin, bir fırsatını bulup uzaklaştığında nefes aldığını hissettiğin boğan, daraltan, dır dır eden, gürültüsü ve kaprisi bitmeyen, yaşlandıkça çekilmez olan evliliğin içinde yaşar gibisin şehrinde. Düzen bozulmasın diye nikâhı bozmaya kıyamadığın, uzaklaştığında aklına getirmeden rahatlıkla başka yerlerle flört ettiğin hastalıklı bir ilişkinin çıkmaz sokağındasın.
Uğultu var kulaklarında, silah sesleri, iktidar sevinci, havai fişekler, içine çuvaldızla batırılan posterler, gürültü, patırtı, araç sesleri, nefes nefese, göz gözü görmeyen bir sisin içinde çarpıyor yüzüne. Kalabalığın ve kabalığın azgın ruhu fazlasıyla incitiyor naif kişiliğini.
Buradasın işte. Kısa bir flörttü yaşadığın. Kimsenin kimseyi sahiplenmediği lakin güzelliğine zarar vermeden hayranlıkla seyrettiği aşkımsı bir duyguydu yaşadığın. Kimi zaman el ele, kol kola kimi zaman göğsüne yaslanarak kalbinin ritminde uyuduğun tatlı bir rüyaydı her şey.
Yıldızlar çok mu uzağında şimdi? Dağların siluetini aydınlatan ay ışığı o parlaklığını yitirmiş gibi bakıyor. Çok ışık var, çok hareket… Kendi göğsüne yaslansan kalbini dinleyecek yalıtımlı bir yanın yok. Olmalıydı değil mi? Bu kadar korunaksız ve geçirgen olmamalıydın, şimdi ara bul kendini, hangi hengâmenin, dedikodunun, nazar değdiren fesat bir gözün içindesin. Büyüterek, piksellerine ayırarak inceliyorlar zaaflarını, korkularını ve güzel bulduğun bakışlarını.
Oysa azgın akan bir derenin suyu olmak vardı, ya da bulmak pınarlarını kana kana içmek ab-ı hayatı. Sularda gizlenen balık olmak ve takılmamak ekmek uzatan hiç bir oltaya.
Doğada olmak hafifletiyor acılarını, eksik yanlarına merhem oluyor orman kokusu, kuru yaprakların sesi, dalların kırılganlığı. Suya ayaklarını uzatır uzatmaz denizkızı oluveriyorsun. Karada nefes alamadığını bile bile gizliyorsun kendini. Gizlenmek kırılmamak biliyorsun, susuyorsun ve anlatmak istemiyorsun hikâyeni.
Keşke bir çöl kaplumbağası olsaydın. Hem yavaşlamak hem de alışmak için sakinleri her geçen gün Bedevileşen kentine. Medeniyetle barbarlık arasında bin ışık yılı var. Evrildiğimizi sanmıştın. İçinde değilse ışık yılı geriye dönüyor zaman.
Keşke bir kabile içinde yaşayan yerli gibi medeniyeti hiç bilmeden okunla yayınla kurduğun ilkel düzeninle doğanın koynunda tamamlasaydın ömrünü. Maddeye sahip olma arzusu eğitilmemiş ruh ve beyinle tehlikeli boyutlara vardığından beri ilkelliği özlüyorsun.
İşte böylesin insan kardeşim;
Sana göre bir zaman ve mekân yok. Ayağına takılan engellere, yolunu kesen eşkıyalara rağmen yolculuğun tadını çıkarabildiğin kadar mutlusun…
FATMA KOŞUBAŞI
Dünyalılar