Yaşam

İnsanlar gerçeklerden çok inanmak istediklerine inanırlar

 

İnsanların düşüncelerini değiştirmek çok zordur. Çünkü insan, kendisini kandırma eğiliminde olan ve nesnel gerçekliği, kendi subjektif gerçekliği ile örtüştürmeye çalışan bir canlıdır.

Çoǧu insan hayatı boyunca gerçeği aramaz, gerçeğin yakınından bile geçmez. Onların kendi gerçeklik anlayışı ve dünya görüşleri vardır. Yani bu görüş yıllar içinde katılaşır ve kemik gibi değişmez hale gelir. Çoǧu insan düşüncesinin yanlışlığı yüzde yüz kanıtlansa bile, salt bu yüzden düşüncesini değiştirmez.

Her insanın bir dünya görüşü, olayları, olguları ve kavramları deǧerlendirdiǧi bir penceresi olması doǧaldır. Ancak olaylara, olgu ve kavramlara, yalnızca bu pencerenin tek bir açısından bakmak ve sorgulamamak insanı kısırlaştırır, onu tüketir.

“İlk defa Brendan Nyhan ve Jason Reifler tarafından terim olarak kullanılan Geri Tepme Etkisi (Backfire Effect) ise inançlarına aykırı bir kanıt ile karşılaşan bireylerin bu kanıtı reddederek inançlarına daha da sıkı bir şekilde bağlanmalarını ifade eden bilişsel bir yanlılıktır. Geri tepme etkisine göre, bireylerin doğru olarak kabullendikleri herhangi bir olgu bilimsel olarak çürütüldüğünde bile bireyler üzerinde tam tersi bir etki yaratabiliyor. İnanç ne kadar ideolojik ve duygu-temelliyse, aykırı kanıtın etkisiz olma olasılığı da o derece artıyor. Kanıtın doğru olma olasılığına daha açık olmak yerine birçok kişi ilk etapta kabullendikleri olgunun doğru olduğunu ikna oluyorlar. İnançlarını sorgulamak yerine onlara sadık kalmayı tercih ediyorlar.”[1]

Bu bilimsel tez, 2006 yılında ispatlandı. Aslında “Geri tepme etkisi”,  tezinin, Dunning-Kruger etkisi ile de bir baǧlantısı var. Çünkü Dunning-Kruger etkisi’ne göre, “Yetkin olmayan insanlar kendilerindeki yetersizliğin boyutunu görememektedirler.”

Böylece kişi, kendisini her konuda yeterli görüyor ve inançlarını da hiçbir biçimde sorgulamaya yanaşmıyor. Düşüncelerinin yanlışlıǧı ortaya çıksa dahi kişi, kendi içinde bulunduǧu durumu deǧerlendirme yetisinden yoksun oluşu nedeniyle, o düşüncelerine daha çok sarılıyor.

İnsanların düşüncelerini deǧiştirmek olası mı?

Aslında buna benzer bir tez 350 yıl önce filozof Blaise Pascal tarafından dile getirilmiş ve bugün bilim tarafından da kabul görüyor.

Şöyle diyor Pascal: “Birisine üstünlük sağlayarak hatasını düzeltmek ve onun hatalı olduğunu göstermek istediğimizde, onun olaya hangi açıdan baktığını anlamak durumundayız. Çünkü, onun bakış açısına göre, düşündüğü şey kendisi için doğrudur; ona bakış açısında yanlış olan yönü göstermemiz gerekir. Böylelikle kişi hatalı olmadığını, yalnızca olayı tüm açılardan değerlendiremediğini görerek tatmin olur. O zaman da kimse her açıyı göremediği için rencide olmaz. Zira, insanlar hatalı olmayı sevmezler; bu da muhtemelen, insanın doğal olarak her açıya vakıf olamamasından ve aklının algıladığı şeyin her zaman doğru olduğunu sanmasından dolayı, bakış açısında yanılgıya düşemeyeceğini düşünmesinden kaynaklanır.”[2]

Yine de filozofun bu söylediklerini uygulamak zordur, hele hele Ortadoǧu bölgesinde çok daha zordur. İnsanlar inaçlarının ve düşüncelerinin bir harfini deǧiştirmeden ömür boyu yaşıyorlar. Deǧiştirmek bir yana, her geçen gün daha da fanatikleşiyor, inançlarına sıkı sıkıya sarılıyorlar. Örneǧin herhangi bir dine inanan bir insanı, dinsel düşünce ve inançlarından bir tanesinin bile yanlış olduǧuna ikna etmek çok zordur. Ama bilime inanan ve deǧişime, dönüşüme gereksinim duyan bir insanı ikna etmek daha kolaydır.

Diǧer bir nokta, bir insanı düşüncesinin yanlış olduǧuna ikna etmek için, her şeyden önce o insanın deǧişime, gelişime ve yanlışını kabul etmeye açık olması gerekir.

Albert Einstein.  “Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur.” derken bunu dile getiriyordu. Çünkü önyargılar, deǧişmeyen dogmatik ve statik düşünce ve inançlar tarafından oluşturulur.

Bilgiye ulaşımın internet aracılıǧıyla bu kadar kolay olduǧu, bilim ve teknolojinin hızla geliştiǧi bir dönemde statik, dogmatik ve fanatik olarak yaşamak, deǧişimi ve gelişimi reddetmek, o insanı çaǧın dışına iter. 2000, 1500 ya da 150 yıl öncesinde yaşarsınız ve bugünü anlamaktan uzak kalırsınız.

Çevre (mahalle) faktörü

Kişi, hiçbir şey olmamış gibi aynen inanmaya devam eder. Çünkü düşüncesinin yanlışlığını kabul ederse, çevresinden yalıtlanabilir, mahallesinden kovulabilir ve sudan çıkmış balığa dönebilir.

Bu nedenle çoğu insan sorgulamayı bırakır. Çünkü sorgulamak, düşünce değiştirmek tehlikelidir. Bu yüzden mahallenin güvenli ortamında, mahallede egemen olan düşünceyi seslendirirken, gerçekte inanmadan bile olsa inanmış gibi yaşamaya devam edebilir.

İşte insanları bu yüzden ikna etmek zordur. Size inansalar ve düşüncelerinin yanlışlığını kabul etseler dahi, içlerinde oldukları çevreden çıkmayı göze alamazlar. Mahalleden çevreden çıkmak, aynı zamanda bireyin çıkarlarını da kaybetmesi anlamına gelebiliyor.

Ayrıca tarihsel olarak cemaat kültürüne sahip, özgür birey ve sivil bir toplumun gelişmediǧi, aşağıdan yukarıya Fransız Devrimi gibi devrimlerin görülmediği, köklü bir aydınlanmanın yaşanmadığı Ortadoğu toplumlarında, insanlar düşünce ve inançlarına daha çok sarılıyor ve onları değiştirmeyi asla düşünmüyorlar. Bu yüzden de Ortadoǧu tarihsel olarak, her devirde sürekli savaşların, çatışmaların merkezi olmuştur. Çünkü kendi gerçekliǧini sorgulamayan ve dogmatik inançlara sahip insan, kendi düşüncesinden başka bir düşünceyi reddeder ve tanımaz. Ve böyle bir insan, zorla kendi düşüncesini kabul ettirme yolunu seçer.

Metafizik ya da dinsel inançlarından dünyaya bakıyorsa kişi, zaten bilimsel bir şekilde onun düşüncesini çürütemezsiniz. Çünkü böyle bir kişi bilimi değil dini, özgür düşünceyi değil, dogmatik deǧiştirilemez ve eleştirilemez kutsal inancını ölçü alır.

Bilimsel olarak düşündüğünü iddia eden materyalist insanların çoğu da aslında dogmatiktir ve özgür bilimsel materyalist bir düşünceden çok, dünya görüşlerine bir din gibi inanırlar. Düşüncelerini sorgulamaz, tarihsel olarak yaşananlardan ders almazlar. Yani özünde bilimsel materyalist şekilde düşündüklerini iddia etseler de, metafizik düşünmektedirler. Çünkü değişimden öcü gibi korkarlar.

Bir diğer etken ise, insanlardaki gerçeğe değil de, inanmak istediklerine inanma eǧilimidir. Çünkü böylesi kişi açısından çok daha risksizdir ve çıkarlarını korur.

 

Sorgulamak için kitap okumak gerekir

Ayrıca insanlar eskisine göre daha az kitap okuyorlar. Okuyanlar da daha çok güncel gazete haberleri okuyarak, zamanlarını sosyal medyada harcamayı tercih ediyorlar. Az kitap okuyan da, doğal olarak sorgulamıyor.

Bir araştırma, “Türkiye insanının kitap okumaya sadece 1 dakika ayırdığını göstererek, okuma oranında bir değişiklik olmadığını gözler önüne seriyor. Buna karşılık Türkiye’de TV izlemeye ortalama 6 saat, internete bağlanmaya ise 3 saat ayrılıyor. İhtiyaç listesinde kitap okumak ancak 235’inci kendine yer bulabildi.”[3]

Türkiye örneğine bakarsak, okumak, sorgulamak bizzat devlet tarafından, resmi ideoloji tarafından tehlikeli gösteriliyor. Prototip olarak da okumayan, sorgulamayan, güce boyun eğen, dindar ve kindar bir prototip örnekleştiriliyor. Dinci, tarikatlarda kalabalığın içinde kaybolan ve kalabalık tarafından yutulan, birey olamayan bir kişilik bu.

İşte resmi ideolojinin istediǧi prototip budur. Aynı zamanda bu prototip, kendisine öyle öğretildiğinden, okuyan sorgulayan insana da düşmandır.

Resmi ideoloji açısından, kişinin otoriteye boyun eğmesi ve sorgulamaması yeterli oluyor.

Muhalif organizasyon, parti, hareket ve kuruluşların da kendi resmi ideolojileri vardır çoğu zaman. Onlar da sorgulayan özgür bireylerden hoşlanmıyorlar, gerekirse de böyle kişileri tasfiye ediyorlar.

Deǧişime, gelişime ve dönüşüme açık olmadıǧımız ve sorgulamadıǧımız için de tartışmalarımızı, bir sinir savaşına dönüştürüyor ve kazanan kaybeden, yenen yenilen ikilemlerinde ele alıyoruz. Böyle olunca da düşüncelerimiz gelişmiyor, aksine daha da dogmatik hale geliyor.

Gazete okumak, televizyon izlemek, insanın sorgulamaya ve dönüşüme giden yolunu açmaz, aksine çoǧu zaman bu yolu tıkar. Kişiyi kısırlaştırır, onu güncelin içinde boǧar. Sorgulama, dönüşüm yolunu kitaplar açarlar.

Sonuç olarak insanların düşüncelerini deǧiştirmek çok kolay bir şey deǧildir, ama imkânsız da deǧildir. Kişi, bence başkalarının düşüncelerini deǧiştirmekten çok, kendi düşüncelerini geliştirmeye çalışmalı ve böylelikle çevresini etkileyecek bir potansiyele ulaşmayı hedeflemelidir.

Çünkü hayat sürekli bir diyalektik akış içerisindedir ve insanları deǧişime, gelişime zorlar. Eǧer hayatın diyalektiǧine karşı koyarsak, o akışın dışında bir yerlerde takılır kalır ve hayata müdahale etmekten de uzak kalırız.

 

Erol Anar

 

Paraná-Brezilya

3 Mart 2017

 

Referanslar

[1] “İnsanları inandıkları şeyin yanlış olduǧuna neden ikna edemeyiz?”, Derleyen Sibel Çaǧlar, www.matematiksel.org

[2] Olivia Goldhill: “A philosopher’s 350-year-old trick to get people to change their minds is now backed up by psychologists”, September 11, 2016, https://qz.com,
metnin turkçesi için. bkz: “Bir filozofun, insanların fikirlerini değiştirmek için kullandığı 350 yıllık yöntem artık psikologlar tarafından destekleniyor”, 20 Eylül 2016, http://www.dusunbil.com

[3]”Türkiye okuma listesinde 86’ncı…”, 22 Şub 2017, http://www.gazeteduvar.com.tr

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu