Kültür-Sanat

“İNSANLIK HÂLİ”NİN TERCÜMANI: FRANZ KAFKA

 

“İNSANLIK HÂLİ”NİN TERCÜMANI: FRANZ KAFKA[*]

 

TEMEL DEMİRER

 

“Cihê kevirê giran qehîm e.”[1]

 

“Kötü’ye bir kez yol verdin mi, artık kendisine inanılmasını beklemez”…

“İçinize sonsuz cesaret dolduran, gerçek düşmandır”…

“İyi, bir yanıyla rahatsız edicidir”…

“Ders sensin, ne yazık ki, etrafta öğrenci yok”…

“Bir noktadan sonra vazgeçmek olanaksızdır. Erişilmesi gereken nokta da, orasıdır”…

“Çevremizdeki acıları bizim de çekmemiz gerekmektedir”…

“Düz bir yolda yürüyor olsaydın, tüm ilerleme isteğine rağmen hâlâ gerisin geriye gitseydin, o zaman bu çaresiz bir durum olurdu; ama sen dik, senin de aşağıdan gördüğün gibi dik bir yamacı tırmandığına göre, adımlarının geriye doğru kayması, bulunduğun yerin durumundan ileri gelebilir, o zaman da umutsuzluğa kapılmana gerek yoktur”…

“Sadece zamanı kavrayabilme yetimiz yüzünden kıyamet günü diyoruz o güne; aslında sıkıyönetim mahkemesidir o”…

“İnsanın asıl olarak iki günahı vardır, diğer günahlar bunlardan kaynaklanır: Sabırsızlık ve tembellik”…

“Gülünç olan, bu dünya için koşum takman”…

“Dünya ile savaşta, dünyanın tarafını tut”…

“Ruh, payanda olmaktan kurtulunca özgürleşebilir ancak,” derdi O ve de Reiner Stach’ın ifadesiyle de, “İnsanların sorunları ve korkularıyla ilgilendi”!

* * * * *

kafka

Yaşadığı dünya bağlamında haksız da değildi.

Bu bağlamda Kafka’nın yaşadığı dönemin ruhsal ve zihinsel atmosferiyle arasındaki satırları arasındaki şaşırtıcı paralellik açıktır ve inkâr edilemez: Yalnızlık, yolunu şaşırmışlık, arayış, saçma yaşamın doğallığı, kalabalıklar, yabancılaşma, kısaca modern bireyin bunalımları ya da kâbusları gibi…

Bunlarla örülüdür Kafka’nın yapıtları ve üslubuyla yarattığı “Kafkaesk Dünya”…

Bir özdeyişinde “Kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı,” diyen O, içine doğduğumuz toplumun ve dünyanın tüm kurumlarıyla insanı nasıl esirleştirdiğini bu metaforla betimlerken; ‘Şato’ başlıklı romanında, kendini kabul ettirebilmek için kafese girmeye rıza gösterenleri sergiler…

Onun için yaşam, sorumluluklar içinde ve özgürlük yanılsamaları ile avunduğu kocaman kafesten başka bir şey değildir. Dünya ve toplum kurumlarıyla, bürokrasisiyle baskı ve otorite kullanarak insanı kafesin içine alır. Güçsüzlük, çaresizlik, ötekileştirilmek insanı biçimlendirir.

Özetle “Kafka’nın XX. yüzyılın başında tasvir ettiği dünya bugün daha büyük ve daha çok kafesle dolu. XX. yüzyılın başından bu yana teknoloji geliştikçe şiddet arttı,”[2] artıyor; yabancılaşma büyürken…

* * * * *

Herkesin bilgisi dahilinde olduğu üzere: “Franz Kafka eserleriyle önemli bir yazar, yaşamöyküsüyle kült bir isim. Söylentiler ve efsanelerle oluşturulmuş bir hayat hikâyesi yakıştırılmış Kafka’ya. ‘Genç yaşta ölmüş olması, hayattayken hiç tanınmamış bir yazar olması, ‘ben ölünce tüm eserlerimi yakın’ vasiyeti, despot baba, kırık aşk hikâyeleri, kötü iş koşulları, yoksulluk, azınlık olmak…’ Hikâyesiyle ikon hâline getirilmiş, putlaştırılmıştı Kafka…”[3]

Reiner Stach’ın ifadesiyle,  “Praglı Yahudi sigorta memuru ve yazar Dr. Franz Kafka’nın yaşamı 40 yıl 11 ay sürdü (1883 – 1924). Bunun 16 yıl 6.5 ayı okul ve üniversite eğitimini, 14 yıl 8.5 ayı ise meslek yaşamını kapsar. Franz Kafka 39 yaşındayken emekli oldu. Viyana yakınlarındaki bir sanatoryumda gırtlak vereminden öldü.”

41 yıllık hayatının sadece 45 gününü ülkesi dışında, diğer Avrupa ülkelerinde geçirmiş Kafka. Sadece üç kez denizi görmüş. Bir dünya savaşının tanığı olmuş. Üç kez nişanlanmış, hiç evlenmemiş. Dört kadınla aşk ilişkisi yaşamış. Bir kadınla altı aya yakın bir zaman aynı evde yaşamış. Hiç çocuğu olmamış. 41 yaşında öldüğünde geriye 40 tane tamamlanmış düz yazı metni bırakmış. Ayrıca 3400 sayfa tutan günlükler ve edebi fragmanlar da kalmış Kafka’dan. Bunların arasında üç bitmemiş roman da varmış. 1500 civarında da mektup var terekesinde. Birçok defterini ölümünden önce yok ettiği biliniyor. Vasiyetinde de elyazmalarının yok edilmesini istediği biliniyor. Max Brod vasiyete uymamış ve bu elyazmalarının ulaşabildiklerinin hepsini yayımlatmış.

Reiner Stach, sanılanın aksine Kafka’nın “sosyal anlamda katılımcı” olduğunu belirtiyor. “Küçük ve neredeyse değişmeyen bir dost çevresi vardı” diyor. Yüzme, kürek, cimnastik yapmış. Bahçe işleriyle uğraşmış. Sağlığına çok önem vermiş. Vejetaryen. İyi bir eğitim aldığı, hukuk alanında doktora verdiği adının önündeki “Dr” takısından zaten anlaşılıyor.

kafka_dava

Sigortacılık mesleğini sevmese de başarılıymış. Emekliliğe hak kazanacak şekilde bölüm şefliği yardımcılığına dek yükseldiği bir iş yaşamı olmuş. Şirketini birçok önemli toplantıda temsil etmiş, sözcülüğünü yapmış. Kadınlarla ilişkileri hep sorunluysa da hayatında her zaman en az bir kadın olduğu biliniyor. Fahişelerle de cinsel ilişki kurduğunu saklamamış.

Yazma eylemini her zaman varoluşunun asıl eylemi olarak görmüş. Yazdıkça sakinleşmiş, mutlu olmuş. Eserlerini tekrar tekrar yazdığı, tek bir sayfa için on – yirmi sayfa yazıp yok ettiği de biliniyor. Yazdıklarını çok zor beğeniyor, ondan da daha zor yayımlatmaya değer buluyor. Bu aşırı titizliğine rağmen yaşarken yayımlattığı eserleri var. Sanılanın aksine yayın hayatı Prag’la sınırlı kalmamış, Almanya’nın en önemli yayıncıları ile çalışmış ve kitapları o yayınevlerinden çıkmıştı… [4]

Özetle, tüm yazdıklarının imha edilmesini vasiyet ettiği yakın arkadaşı Max Brod’un “ihaneti” sayesinde hikâye ve romanlarıyla bir edebiyat efsanesine dönüşen Franz Kafka, 1883’te, Alman asıllı Yahudi bir tüccarın en büyük oğlu olarak Prag’da doğdu.

İlk ve orta öğrenimini Alman okullarında tamamladı. 1901’de Karl Ferdinand Üniversitesi’nin kimya fakültesine kayıt yaptırdıysa da, karar değiştirip önce edebiyat ve sanata yöneldi, en sonunda annesiyle babasının isteğine uyarak hukuk eğitiminde karar kıldı. Üniversite yılları verimliydi Kafka’nın.

1902 yılında tanıştığı Max Brod sayesinde Prag’ın edebiyat çevrelerine açıldı. Nietzsche’den, Darwin’den ve “sosyalizm”den etkilendi. Dini inançları olmamakla birlikte, etnik kimliği nedeniyle Yiddiş tiyatro çalışmalarında yer aldı.

1906’da hukuk doktoru olduktan sonra bir yıl mahkeme stajı gördü. 1908 ortalarında Bohemya Krallığı İşçi Kaza Sigortaları Kurumu’na hukuk danışmanı olarak girdi.

Evliliğe her zaman soğuk bakan Kafka, 1912’de nişanlandığı Felice Bauer’le sıkıntılarla dolu beş yıllık nişanlılık süresinden sonra 1917’de ayrıldı. Bu dönem aynı zamanda Kafka’nın en verimli çağıydı.

Bauer ile 1917’deki ayrılığına eş zamanlı olarak yakalandığı verem hastalığının aslının psikolojik olduğuna, evlenmemek için vereme yakalandığına inanıyordu Kafka. Hastalığı sayesinde I. Paylaşım Savaşı’na katılmadı.

Julie Wohryzek ile kısa süreli bir nişanlılık dönemi geçirmişti. 1922’de emekli edildi. Ki bu, onun maddi durumunu olumsuz biçimde etkiledi.

Sağlığı ile birlikte moralinin de iyiden iyiye bozulduğu bu dönemde tanıştığı Çek gazeteci Milena, Kafka’nın hayatında önemli bir yer kapladı. Evli bir kadın olan Milena ile Kafka arasındaki dostluk 1920-1923 yılları arasında mektuplarla sürdü ve Kafka güncelerini Milena’ya bıraktı. Milena, çok sonraları -Kafka’nın üç kız kardeşi gibi – hayatını Alman toplama kampında kaybedecekti.

franz_kafka

Kafka, aile bağlarından, maddi ve manevi yıkıntılarla yaşadığı Prag’dan 1923’te Berlin’e giderek kurtuldu. Berlin’de Polonyalı Ortodoks bir Yahudi ailesinin kızı Dora Dyment ile tanıştı ve hep aradığı türden bir aşka kavuştu.

Ancak ailesi bir kez daha engel olmaya çalıştı Kafka’ya. Bu kez boyun eğmedi; belki de hayatında ilk kez mutlu ve coşkulu bir ruh hâli sergileyen Kafka, Dora ile Berlin’de yaşamaya başladı. Ne var ki hastalığı son safhasındaydı. Hastalığı şiddetlenince 1924’te Prag’a döndü. Viyana yakınlarındaki bir sanatoryuma yatırıldı. 3 Haziran’da öldüğünde henüz kırk yaşındaydı. Kafka Prag’da gömüldü.

* * * * *

Kafka’nın eserlerinin hepsinde görülen yabancılaşma olgusu, onun kendi yaşamında da belirgin bir biçimde izlenir. Ona göre ne kadar küçük ve basit bir yaşamı olursa o kadar mutlu ve sorunsuz olacaktır.

Yaşamının ve yapıtlarının ortak yani, A. Camus’nün ifadesiyle, “Her şeyi göstermek ve hiçbir şeyi teyit etmemektir.” Çünkü O yaşamayı bir savaş, ama önceden yitirilmiş bir savaş olarak görür. Çünkü Ona göre, bir insan olarak yaşamak ve doğru yolda ilerlemek hemen hemen olanaksızdır; “Doğru yol yerden bir karış yüksekte bulunan gergin bir ip gibidir. Fakat bu ip, üstünde yürümek için değil de insanın ayağının takılıp tökezlenmesi için vardır ancak,” betimlemesindeki üzere!

‘Bir Savaşın Tasviri’ (1909), ‘Yargı’ (1913), ‘Gözlem’ (1913), ‘Dönüşüm’ (1915), ‘Ceza Sömürgesi’ (1919), ‘Açlık Sanatçısı (1922), ‘Şarkici Jozefin ya da Fareler Ulusu (1924), ‘Dava (1925), ‘Şato (1926), ‘Amerika (1927), ‘Çin Seddi (1931), ‘Babaya Mektup’unda Kafka’nın bir korku, sıkıntı, dehşet dünyasını tasvir edilirken Ernst Fischer’in, “Bir büyük yazardı. Eserleri de bir çağın son modası olmanın çok ötesindedir; doğrudan dünya edebiyatıdır,” diye tarif ettiği bir kalemdir O…

* * * * *

Aslı sorulursa Ömer Erdem’in, “Kafka’yı Kafka yapan çözümlenemez ve yaban atmosfer değil midir?” saptaması ardından, “Döne döne okunacak kitaplar vardır. Her fırsatta değil elbette ama belli zaman aralıklarında, on yılda bir mesela, tekrar okumalı o eserler. Yeni çevirilerin eşliğinde daha gelişmiş ilgiler ve başka başka birikimlerle birlikte. Kafka’nın Dönüşüm’ü bu tür kitaplardan,” notunu düştüğü yapıtın ilk cümlesinin evrensel bir cazibesi hep vardır:

“Gregor Samsa bir sabah huzursuz düşlerinden uyandığında kendini yatağında kocaman bir böceğe dönüşmüş buldu.”[5]

Kafka’nın 1915’de yayımlanan ‘Dönüşüm’ü, yazarın anlatım sanatının gerçek anlamda doruklarına vardığı yapıtken; Gregor Samsa’nın başkalaşması, bir böceğe “dönüşmesi”ni Elias Canetti, “En yetkin düzeydeki anlatım sanatının tipik örneği” olarak nitelendirir.

Ancak Kafka’nın en önemli yapıtı ‘Dönüşüm’ ile sınırlı değildir; ‘Dava’ da vardır.

‘Korku Çağı’ diye de adlandırılan XX. yüzyılda insanlığın hikâyesini anlatan ‘Dava’nın kahramanı K. (karakterin bir ismi bile yoktur.) bir gün tutuklandığını öğreniverir.

Joseph K., otuz yaşında bir gençti. Sabahın erken saatinde henüz, yataktayken kapısı çalındı. Gelen iki kişi onu tutuklayacaklarını söyledi. Joseph K.’yı tutuklamaya gelenler Joseph K’nın ne suç işlediğini ve kanunun hangi maddesine göre tutuklanacağını ve yargılanacağını bilmiyorlardı.

Joseph K., suçunu anlamak için çırpındı. Ama suçunun ne olduğunu kimse ona söylemedi. Mahkemesi belirli yerlerden uzaklarda berbat yerlerde ve şartlarda başladı, yürütüldü.

Yargılama sırasında hiç de beklenmedik zamanlarda saray görevlilerinin mahkeme salonunda olduğu görüldü.

Hiç kimse işin iç yüzünü anlayamadı. Yargılama yıllarca sürdü. Suç belli değildi.

İşte romandan bazı bölümler:

– Joseph K. soruyor: “Benden ne istiyorsunuz?/ Tutuklusunuz/ Neden ?/ Nedenini söylemek bize düşmez. Soruşturma başladı. Vakti gelince her şeyi öğreneceksiniz.”

– Joseph K.’nın kafası karışıyor: “Suçlanıyorum ama suçum ne bilmiyorum. Beni neyle itham ediyorlar?”

– Sonra durumu fark etmeye başlıyor: “Şimdi anlıyorum ki? Benim tutuklanmamın ve bu soruşturmanın arkasında koca bir teşkilât var. Masum insanları tutuklayarak onlara karşı soruşturma başlatıyorlar.”

– Savcı soruyor: “Badanacı mısınız?/ Hayır ben bankacıyım.” Badanacı mısınız diye sorulması bu soruşturmanın nasıl bir soruşturma olduğunu gösteriyordu.

– Salondaki bir başka tutuklu uyarıyor: “Bundan bir süre önce beni de badanacı diye tutukladılar. Aslında bir badanacıyı tutuklamak istiyorlarmış. Ama beni tutukladılar.”

– Dayısı Joseph K.’nın moralini bozuyor: “Dava aleyhine sonuçlanırsa ne olur, biliyor musun? Mahvolursun, bitersin!”[6]

Başlangıçta tutuklanma nedenini merak etse de bu saçmalığı merak etmeyi anlamsız bulur. Ancak tüm yaşamı da davasına odaklanır. Artık yaşamının geriye kalan bir yılında her şeyi bu davadır.

Bu aşamadan sonra yaşayacakları, tutuklanma öncesinde yaşayacaklarından çok da farklı değildir. K. dışındaki hiç kimse de bunun farkına varmaz ve bu dava onlara anlamsız gelmez. Farkına varmamak onları huzurlu kılarken farkındalık, K.’nın mutsuzluğunu belirler.

Suçlanan, tutuklanan ve özgürlüğü elinden alınan biri olarak K. davalıdır. Suçlayan, tutuklayan olarak davacı ise toplumdur. Kafka’nın diğer eserlerinde olduğu gibi burada da esas karakter zayıflık, itilmişlik, güçsüzlük, çaresizlik gibi psikolojik durumlar içinde debelenir.

“Sonuç olarak diyebiliriz ki Kafka yaklaşık yüz yıl önce yazdığı eserlerinde inanılmaz bir uzak görüşlülükle bugünün ‘meta fetişizmi’ karşısında kendine yabancılaşmış, çaresizlik içinde yazgısını kabullenmiş, elden ayaktan kesilmiş insanını yazmıştır. Yani kendini anlamlandırırken bizi de anlatmıştır.”[7]

 

Anlattığı, sürdürülemez kapitalizm giderek büyüttüğü (ve mutlaka aşılması gereken!) yabancılaşma illetidir…

 

20 Nisan 2015 15:11:58, Ankara.

 

N O T L A R

[*] Ümüş Eylül, Yıl:4, No:16, Temmuz-Ağustos-Eylül 2015…

[1] “Ağır taşın yeri sağlamdır.” (Süryanî Atasözü.)

[2] Ümit Kardaş, “Kafka’nın Kafesi, Elias’ın Medeniyeti”, Taraf, 10 Eylül 2013, s.13.

[3] Metin Celâl, “Kafka Karar Yılları”, Cumhuriyet Kitap, No:1216, 6 Haziran 2013, s.8.

[4] Riner Stach, Kafka: Karar Yılları, Çev: Sezer Duru, Sel Yay., 2013 ve Riner Stach, Kafka: Kavrama Yılları, Çev: Sezer Duru, Sel Yay., 2013.

[5] Franz Kafka, Dönüşüm, Çev: Gülperi Sert, İş Bankası Kültür Yay., 2013.

[6] Franz Kafka, Dava, Çev: Kamuran Şipal, Cem Yayınevi, 1995.

[7] Abidin Parıltı, Radikal Gazetesi Kitap Eki, 13 Ekim 2006.

 

Dünyalılar (www.dunyalilar.org)

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu