Kültür-Sanat

Al-Daradji: “Irak’ta Ölenler Rakam Değil, İnsan”

 

Mohamed Al-Daradji 1978, Bağdat doğumlu bir yönetmen. Kendisi gerek dünyada, gerekse Türkiye’de ismini 2005 yapımı Ahlaam filmiyle duyurmuştu. Ahlaam, Türkiye’de Rüyalar ismiyle bazı festivallerde gösterim şansı da bulmuştu. Al-Daradji şimdi yeni filmi Babil’in Oğlu / Son of Babylon ile Sundance Film Festivalinde, kurmaca dalında yarışıyor. Biz de yeteneğiyle ve özgün diliyle kendinden bahseden bu genç yönetmene ulaştık ve eposta üzerinden bir sohbet gerçekleştirdik. Sohbetin seyri ister istemez sinemayı gölgede bırakarak Irak’ı özne yaptı. Mohamed Al-Daradji filmleriyle anlatmak istediğini, derdini Bakınız’a anlattı.

Röportaja geçmeden önce Babil’in Oğlu filminin konusuna kısaca değineyim. Saddam Hüseyin’in 2003te devrilişinin ardından bir haber ortalığa yayılır: savaş tutsakları Güney Irak’ta bulunmuştur. Kuzey Irak’taki bir anne, torunuyla beraber, yıllardır haber alamadığı oğlunu aramak için güneye doğru uzun bir yola çıkar. Al-Daradji’nin son filminin fragmanını veya filmin kendisini seyretmeniz, sohbetin muhteviyatı açısından da faydalı olacaktır.

[vimeo 8244466]

Sizi yönetmen olmaya iten neydi?
Babam benim okuyup imam olmamı istiyordu. Ben imam olmak istemediğim için sinema okudum.

Aileniz şu anda nerede yaşıyor? Yönetmen olmanız konusunda size destek olmuşlar mıydı? Ya da şu anda sizi destekliyorlar mı?
Ailem Bağdat’ta yaşıyor. Babam imam olmamı istediği için başlangıçta çok memnun olmadı durumdan. Fakat ona insanlara bu şekilde de mesaj gönderebileceğimi anlattım. Ahlaam’ın (Rüyalar) uluslararası başarısından sonra, bir imamın ulaşabileceğinden daha fazla insana ulaşabileceğimi kanıtlamış oldum. Hâlâ tam olarak anlamış değil fakat mutlu; çünkü ben mutluyum.

Iraklıları filme çekerken sıkıntı yaşıyor musunuz? İslamiyet’e göre filme alınmaları günah kabul edildiğinden, özellikle kadınları sormak istiyorum.
İslamiyet’e göre kadınları filme çekmek günah falan değil. Fakat bazı insanlar Şeriat ve Kur’an’ı farklı yorumluyorlar. Ben Kur’an’ın sanata ve sinemaya karşı olduğunu düşünmüyorum. Ben filmlerimdeki öyküleri Kur’an’dan esinlenerek yazıyorum. Irak insanı da başlangıçta filme çekilmek istemiyor fakat niyetimizi anlatınca kabul ediyorlar.

Ahlaam’ı (Rüyalar) çekerken ciddi sıkıntılar yaşadığınızı okumuştuk. Babil’in Oğlu’nu çekerken de şartlar aynı mıydı?
Hiç aynı değildi. Babil’in Oğlu çekmesi daha kolay bir filmdi. Beş-altı ay boyunca, yedi büyük şehirde çekim yaptık fakat üzerimize hiçbir kurşun sıkılmadı. Irak polisi ve ordu biz çekim yaparken güvenliği sağlıyordu. Zaman değişmiş, biz de Ahlaam’ı çekerken çok fazla şey öğrenmiştik.

Babil’in Oğlu’nun hikayesi gerçek olaylardan öykünerek yazılmış. Bu hikayenin ardındaki gerçeklik nedir? Ya da hangi gerçek hikaye sizi bu filmi çekmeye itti?
İlk ilham kaynağım teyzemdi. Irak-İran savaşı sırasında oğlunu kaybetti ve başına ne geldiğine dair hiçbir haber alamadı. Bunun yanında, kuzeydeki kürt kadınlarının, güneydeki toplu mezarlara akın etmelerinin trajedisi parçaları birleştirdi ve ortaya Babil’in Oğlu çıktı.

babilin-oglu-film.jpg

Irak’ta yaşananlar bizim için hâlâ gizemini koruyor. Komşu ülke olmamıza rağmen, Türkiye bile CNN’in söyledikleri dışında bir bilgiye sahip değil. Irak’ta yaşananları dünyaya duyurmak gibi bir sorumluluk hissediyor musunuz?
Elbette Irak’ta yaşananları ve Iraklıları dünyaya anlatmak benim sorumluluğum. Bu konuda sinema bana çok güzel bir imkan sağlıyor. Irak dışındaki sinema seyircisine olayları anlama ve neyin yanlış olduğunu göstermem için önemli bir imkan.

Irak’ta nasıl tanınıyorsunuz?
Irak’ta pek sinema olmadığı için okudukları kadarıyla tanıyorlar. Ama film yapma amacım tanınmak olmadığından garip bir durum da yok. Sonuçta filmlerimizin ve yaşadıklarımızın Irak’ta ve dünyada bilinmesi onları da mutlu ediyor.

Irak’ta filmlerinize nasıl tepkiler geliyor?
Ahlaam’ı Irak’ta 1500 kişiye seyrettirmiştim ve hepsi de çok beğenmişti. Hikayelerimde ağlıyor ve alkışlıyorlar; hikayelerini seyretmek onları duygulandırıyor.

Irak’ı anlatan filmler çektiğiniz için övülüyor musunuz? Yoksa tam tersi dışarıda yaşadığınız için suçlandığınız oluyor mu?
Ben dışarda yaşamıyorum. Sürekli Avrupa ve Irak arasında mekik dokuyorum. O yüzden şimdilik bir düşmanım yok.

son-of-babylon-film.jpg

Irak’ın bugünkü durumunu politik ve kültürel açıdan değerlendirebilir misiniz?
Irak, ağır bir ameliyat sonrası nekahat döneminde gibi geliyor bana. Ameliyat işe yaramış mı yaramamış mı, zamanla göreceğiz. Aslında Irak hâlâ aynı Irak. Nasıl iyileşeceğimize bakıyoruz. Tüm bunlar politik alanda da, kültürel alanda da geçerli. Zaten ikisi birbirinden bağımsız bir anlam ifade etmiyor. Dışarıdan gelenler değil de, biz kendimiz kendi kararlarımızı vererek geleceğe dair adım atar hale geldiğimizde daha sağlıklı olacaktır. Siyasi dengeler oturmaya başladıkça eğitime ve sanata da yatırım artacaktır. Doğru yatırımlarla eskisinden daha sağlıklı bir kültürel ortam doğabileceğine inananlardanım.

Filmlerinizin en önemli amacı nedir? Özellikle yurtdışında seyredenler için ne anlam ifade ediyor?
Iraklıların haberlerdeki rakamlardan ibaret olmadığını; gerçekten insan olduklarını anlıyor seyredenler. Bu onlar için büyük bir sürpriz oluyor.

Irak’ta yaşananlar azımsandığında ya da anlaşılmadığında kızıyor musunuz?
Tabii ki! Avrupa’da ölen 65 kişiyle Irak’ta ölen 65 kişi aynı değere sahip değil. Çok sinirleniyorum bu duruma fakat filmlerimle Irak’ta yaşayan insanların neler hissettiğini dünyaya anlatmaya çalışıyorum. Irak’ta ölen 65 kişiyle Avrupa’da ölen 65 kişi arasında bir fark yok. Bu filmler çoğaldıkça bunu göreceklerine inanmak istiyorum.

Bir süredir bakanlığın İnsan Hakları departmanıyla IRAQ’S MISSING (Iraklılar Kayıp) projesini yürütüyoruz. Son 40 yılda, ölenler hariç 1,5 milyonun üzerinde insan kaybolmuş. Babil’in Oğlu filmi ya da Iraklılar Kayıp projesi sayesinde insanların burada yaşanan soykırımı anlamalarını sağlamak amacımız. Umarım tüm bu çabalarımız boşa gitmez ve bunca yıl farkedilmeyen insan hakkı ihlalleri dünya tarafından da görülür.

Avrupa’ya göç edenlerle ilgili bir film çekmeyi düşünüyor musunuz?
Aslında düşünüyordum ama şu ara nedense göç konusu klişe olmuş durumda. Fakat konuyu sadece Avrupa’yla sınırlamak niyetinde değilim. Irak’ta bile türk, kürt, iranlı, filistinli göçmenler var. Yemen’de Somali’den kaçan göçmenler var. Kısacası bu evrensel bir durum ve benim de çok ilgimi çekiyor.

son-of-babylon-cast.jpg

Dışarıdan Türkiye’yi nasıl görüyor ve nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önümüzdeki 10 yıl içinde Türkiye’nin Avrupa Birliğinde önemli bir yeri olacağını düşünüyorum. Türkiye’nin kendine has, farklı bir rengi var; Avrupa’yla Ortadoğu arasında coğrafik, kültürel ve tarihsel bir köprü. Umuyorum ben yaşlı bir adamken, mesela bundan 25 yıl sonra, Irak da bu seviyeye gelebilir. Türk politikacıları eğitimin önemini kavradılar ve özellikle son 20 yıldır bu konuda başarı kaydetmiş gibi duruyorlar.

Türkiye’deki yönetmenlerden ilginizi çekenler var mı?
Elbette. Türk sineması dünya için de çok önemli bir yerde duruyor. Daha da önemlisi, ben kişisel olarak türk sinemasından çok şey öğrendim. Irak’taki sinema arşivleri propaganda filmleriyle dolu olduğu için ziyadesiyle Mısır, İran ve Türkiye sinemaları üzerine çalıştım. Kariyerimde onların izlerini rahatlıkla seçebilirsiniz. Özellikle Yılmaz Güney, Nuri Bilge Ceylan ve Yeni Türk Dalgasından Yeşim Ustaoğlu. Hatta ilginçtir,  Yeşim Ustaoğlu, Babil’in Oğlu filminin senaryo danışmanlarından biridir.

Kaynak : bakiniz.com

www.dunyalilar.org

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu