‘’Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş yiyen, kemiren yaralar…’’
Sadık Hidayet
Henüz yirmi beş yaşındaydı, öğrenim için gittiği Paris’te Marne nehrine atlayarak dünyanın acısından kurtulmak istedi. Köprünün altında sevişen bir çift onu gördü ve kurtardı. Aradan 23 yıl geçtikten sonra yine Paris’teydi. ’’Paris’te günlerce, havagazlı bir apartman aradı, Championnet Caddesi’nde buldu aradığını; 9 Nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı. Ertesi günü ziyaretine gelen bir dostu, onu mutfakta yerde yatar buldu. Tertemiz giyinmiş, güzelce tıraş olmuştu ve cebinde parası vardı. Yakılmış müsveddelerinin kalıntıları, yanı başında, yerdeydi.’’ Böyle hayata veda eder modern İran edebiyatının kurucusu Sadık Hidayet.
Çağdaş İran edebiyatının kurucusu, ince ruhlu Sadık Hidayet, 17 Şubat 1903’te Tahran’da açar dünyaya gözlerini. Soylu ve varlıklı bir ailenin çocuğudur. Çocukluğunda ailesinin ilgi odağı olmuş, beş altı yaşlarında sakinleşmiş, içine kapanık bir çocuk olmuştu. İlkokulu bitirdikten sonra, 1915’te Darü’l Fünun’da Avrupalı öğretmenlerin gözetiminde Batılı bir eğitim almaya başlar, matematik ve benzeri derslerden sıkıldığı için Saint Louis Akademisi’ne yazılır.
Hidayet, yirmi yaşına doğru ailesiyle bağlarını koparır, İran’da kaldığı dönemlerde ailesinin sosyal yaşamına katılmaz. Okul günlerinde de sonraki dönemlerde de kendisine sosyal bir konum sağlamak için ailesinin nüfuzunu kullanma yolundan kaçınır, o yola hiç başvurmaz.
1925-26 yıllarında Rıza Şah’ın öğretmen olarak yetişsinler diye Avrupa’ya gönderdiği bir grup öğrenci içinde yer alır. Belçika’da başladığı mühendislik öğrenimini bırakıp Paris’e geçer. Paris’te diş hekimliğine başlar; ama bunun da ruhuna, kişilik yapısına denk düşmediğini görüp sanata, edebiyata yönelir.Dört yıl boyunca sanat, edebiyatla ilgilenir ve yazmayla geçirir günlerini.
1930’da İran’a döner, burada Mücteba Minovi, Mesud Ferzad ve Bozorg Alevi ile Rab’e edebiyat grubunu kurarlar. Hidayet bu arada Hindistan’a giderek Orta Farsçasını geliştirir, İran tarihi ve inançları üzerine araştırmalar yapar, Budzim’i inceler. Ünlü eseri Kör Baykuş’u burada yazar. İran’a döndüğünde Rab’e edebiyat grubu yasaklanır; kendisi ve arkadaşları kovuşturmalara uğrarlar, çıkar yol bulamayınca da soluğu yeniden Paris’te alır. Başbakan olan eniştesinin bir suikastla katledilmesi, boşluk ve bunalım içindeki Hidayet’in intiharını tetikler ve 9 Nisan 1951’de hayatına son verir.
Modern İran edebiyatının kurucusu Hidayet 15 eser bırakır ardından. Özellikle başyapıtı Kör Baykuş dünya edebiyatında büyük yankılar uyandırır. Ander Breton: ’’Başyapıt diye bir şey varsa o da budur.’’, Philippe Soupault : ’’Yirminci yüzyılın imgesel edebiyatında bir başyapıt.’’ değerlendirmelerinde bulunarak esere hak ettiği değeri verirler. Hazreti Ali’nin ‘’Midelerinizi hayvan mezarlığı yapmayın.’’ sözüyle başladığı Vejetaryenliğin Yararları eserinde vejetaryenliği bütün boyutlarıyla ve neredeyse bir dünya görüşü düzeyinde inceler. Üç Damla Kan, Alacakaranlık, Aylak Köpek, Diri Gömülen, Hacı Ağa ve diğer eserlerinde konularını yoksul halk kesimlerinden alır, gerçekleri sosyal devrimci bir yaklaşımla irdeler, yalnız adamın varlık nedenini araştırır. Eserlerinde boşluk duygusu ve ölüm geniş bir yer tutar. Dayak, çok eşlilik, sevgisizlik, vefasızlık, kötü arkadaş, hurafeler, uyuşturucu bağımlılığı, ölüm, ruh gibi konular çoğu eserinde karşımıza çıkar.
Hidayet; Mauppasant, Çehov, Rilke, Edgar Allen Poe, Stefan Zweig Kafka ve Dostoyevski’den etkilenir. Beethoven ve Çaykovski dinler. Hayyam ‘a olan tutkusunu Hayyam’ın Teraneleri adıyla 20 yaşındayken kitaplaştırır. Ömrünün son yıllarında Kafka’nın ve Avrupalı başka yazarların eserlerini Farsçaya çevirir.
Sadık Hidayet; İran, Avrupa, Hindistan üçgeninde ömrünü geçirmiş; içli, hüzünlü biridir. Gadre uğrayanlar için üzülen; fedakarlığa, sağlığa, güzelliğe düşkün , roman ve öykülerini iflah olmaz bir acıyı damıtarak oluşturan, acıyla beslenen,acıya müdavim bir yazardır.
Behçet Necatigil: ‘’Hidayet benim için, devletlerin, rejimlerin sınırları içinde edebiyatın bağımsız ve yıkılmaz cumhuriyetler olduğunu bir kez daha hatırlatmış, mutsuzluğunda ölümsüz mutluluğu aramış sayılı yazarlardan biridir.’’ değerlendirmesinde bulunur. En yakın arkadaşı Bozorg Alevi, şu notu düşer Hidayet hakkında,’’ Alçak gönüllülüğü, insan ve hayvan sevgisi, haksızlık ve gadre uğrayanların, ezilenlerin kaderlerine ilgisi, acıması, fedakarlığı, güzelliğe, saflığa karşı sonsuz arzusu ve bunları boşuna araması; dostları arasında her zaman söylenir, konuşulurdu.’’
Hayatında ve eserlerinde daima umutsuzluk, yalnızlık ve ölümü başköşeye oturtan İran’ın Kafka’sı, şimdi Yılmaz Güney’in yanında Pere Lachaise mezarlığında keder, hüzün ve acıdan uzakta yatıyor. Bedeninin yurdundan sürgünlüğü yetmiyormuş gibi, eserleri de İran’a sürgün, İran’da yasaklı.
O; Firdevsi’nin destansı anlatısının, Farid Farjad’ın kemanı ağlatan sesinin, Hayyam’ın şarabi hayat tutkusunun, Füruğ’un kadın çığlığının, Majid Majidi’nin kamerasının, Sohrab Sepehri’nin Suyun Ayak Sesi’nin yalnızlık ve hüzünle buluşan ışığıydı.I şığın Doğu’dan yükselen gizemiydi.
Mehmet Salmanoğlu
Dünyalılar