Toplum olmanın şartı mıdır; bir arada işler yapmak, tiyatrolar mesela şart mıydı? Ne amaçla yapıldı, yani akla ilk gelen tanımlarından ziyade en derinlerdeki sebep neydi … Ben bunları düşünürken, Adana otobüsüne binmiş Uluslarası Tiyatro Şenliğine elimde iki biletle yalnız gidiyordum geçen yıl bu vakitler. Bilet bulamamaktan korkmuş ve nasılsa yanıma bir de dost bulurum diyerek, oyuna bir ay olmasına rağmen zor yer bularak almıştım biletleri. İlk olarak teklif ettiğim herkes gelmek istemişti ama o gün geldiğinde hepsinin bir mazereti çıkmıştı. Yalnız da gidilirdi, nasıl olsa orada gişe önünde bilet bulamayan bir sürü tiyatro sevdalısı bekliyor olurdu. Bende onlardan birine teklif ederdim biletimi. Nitekim öyle de oldu.
Adana’ya iner inmez Tiyatro Salonunun yerini buldum ve gişe önünde bekleşen üniversiteli dostlara yaklaştım ve taaa taaa elimde fazladan bir bilet var dedim isteyene verebilirim. Önce çekimser davrandılar, belli ki içe kapanık bir gruptu sonra muhabbete başladık. Sadece oyunu izlemek için geldiğimi önceden bilet alıp yanıma da arkadaş bulamadığımı anlattığımda epey şaşırdılar. Grup Çukurova Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğrencilerinden oluşuyordu. İçlerinden birinin bileti yoktu yer bulamamış, çok da istiyormuş oyunu görmeyi buna rağmen almak istemedi sonra da para teklif etmeye kalktı, bende bir çay ısmarlamasına anlaşıp verdim bileti.
Oyun ilk andan itibaren büyüledi ve biz zavallıları hem kucakladı hem kemiklerimize kadar sıktı ezdi içimizi …
Kelimelerden öte bir büyüsü vardı seslendirilmemiş kelimelerin. Çünkü hiç konuşma metni yoktu. Oyunun bir metni vardı, konuşma replik hepsi tamdı ama sesler dışarıdan değil bizim kendi iç sesimiz olarak beynimizden geliyordu.
Heyecanlanmaya bile yer kalmamıştı oyunu izlerken işte tam olarak da bu sebepten galiba bu oyunu her düşündüğümde heyecanlanıyorum. Bir an sizi delice sarsan boğazınızdaki düğümlerin acısı ile kıvranırken hemen ardından bir gülme patlayabiliyordu yüzünüzün orta deltasında. Sizi size anlatan bir tavrı vardı da ondan. Yani sahnede başka bir milletten birkaç adam hem de hiç konuşmadan sizin köyde, evde, şehirde, nerde olursanız olun, sizin dünyanızda olan bir gerçeği acı tatlı önünüze seriveriyordu sizse gerçeğine kavuşmuş birer histeri hastası gibi sarsılıyordunuz.
Oyunculardan biri maskesinin göz oyuklarında iki karanlıktan başka bir şey görünmemesine rağmen dönüp öyle bir baktı ki bana, gözlerini gördüm mü yoksa beynim o karanlığı kendisi mi tamamlıyor anlayamadan gözlerinin de ötesinden ruhuna kadar çekti beni içine , yani izleyiciyi , etimi delip geçti bakışları, yüreğimde bir kara leke vardı artık… Ağlamamak ihanet olurdu…
Bazen zaman duruyordu oyunda, gördüm ben bunu, yaşadım. Bazen de zaman eğilip bükülüp başka bir zamana atlıyordu. Sanırım en çok şaşırdığım şey ise oyunun sonunda 3 oyuncunun çıkıp selamlamasıydı, çünkü ben sayamamıştım kaç oyuncu var ama en az 4 ya da 5 oyuncu olması gerektiğine yemin edebilirdim.
Tabi bu oyun sadece Adana’da değil yurt çapında bir çok festivalde gösterime girdi, her sahnelendiğinde de dakikalarca ayakta alkışladı Türk izleyicisi. Şimdi düşünüyorum da hayatımda izlediğim en güzel Tiyatro oyunu payesini hak ediyor. Umarım Tiyatro hak ettiği yeri bulur çünkü bazen tek şansımız beraber bir şeyler yapmak diye düşünüyorum, toplum olabilmek ve toplum olduğumuzun bilincine varabilmek için Tiyatroya muhtacız. Evrensel değerler çerçevesinde buluşup, tiyatro yapabilmek umuduyla…
Elif Aslan
www.dunyalilar.org