Kültür-Sanat

İz Bırakan Bir Kadın: Slyvia Plath

20. yüzyılın efsane edebiyatçısı, Amerikan edebiyatının, sıra dışı karanlık şiirleriyle olduğu kadar trajik intiharıyla da bilinen ünlü şairi Sylvia Plath, 1963’te intihar ettiğinde henüz 30 yaşındaydı. Ve bu onun intiharı ilk deneyişi değildi.

Alman bir hayvanbilimcisi baba ve Amerikalı idealist bir annenin çocuğu olarak Boston’da doğan şair, babası 1940’ta öldüğünde, henüz 8 yaşında olmasına rağmen ilk şiirini yayınlamıştı. Çalışkan ve hırslıydı. 1950’de Amerikan Smith College’de burs kazanan şair, okulun ikinci yılında uyku ilacı içerek ilk intihar girişiminde bulunup uzun bir süre tedavi görmüştü.

Üniversite döneminde yüzlerce şiiri olan Plath, çok zeki, üstün yetenekli ve duyarlı olarak tanımlanır. Ancak, dışardan bakıldığında kusursuz görünen yaşamı, sinir krizleriyle kesintiye uğrar.

Babasının sevgisizliğini, şiirlerindeki derin öfkeye yansıtır, hatta onu Nazi subaylarıyla özdeşleştirir. Kısacık hayatında annesine 300 mektup yazmıştır. Babasız geçen çocukluğunda annesinin aşırı disiplini yüzünden kendini daima başarılı olmaya zorlayan Plath, ondan ne kadar korktuğunu ve bu korkusunu yenmek için de kendini ona nasıl bağımlı kıldığını “Johnny Panik ve Rüyaların Kutsal Kitabı” da geçen şu cümleyle anlatır:

“Tıpkı, çok eski bir ayinde söylendiği gibi: Sevilecek tek şey, Korku’nun kendisidir. Korku’nun Sevgisi bilgeliğin başlangıcıdır.”

Yaşamı ve kadınlığı ona veren yaşlı bir cadı figüründeki annesine olan dehşetli sevgisini bu cümleyle ifade eden Plath, başarısını ve yaratıcılığını borçlu olduğu annesine olan çocukluk korkusunu alt etmek için onu hem sevmek hem de saymak zorundadır.

Hayatı boyunca ‘özgür ruhlu bir şair’ olmak ve toplum tarafından inşa edilen kadınlık ve erkeklik rolleriyle mücadele etmek isteyen Plath, kendisi gibi bir şair olan  Ted Hughes ile evlenince, kendine ket vurmak zorunda kalır.

Hughes’in, hastalığına ve sanatına iyi geleceği teşvikiyle arka arkaya iki defa  hamile kalan Plath kendisini iki çocuk annesi olarak muhteşem yeteneğiyle eve kapanmış ve üstüne üstlük sevdiği adam tarafından aldatılmış olarak bulur.

1962- 63 kışında Londra’da küçük bir dairede parasızlık ve kötü bir griple mücadele eden Plath, çocuklarını ihmal etmemek için onlar uyurken sabahları dört saat çalışarak şiirlerini yazmayı sürdürür.

Derinliği artan son şiirlerinde ölüm isteği de daha çekici bir hal almaya başlar ve sinir krizleri baş gösterir. Bu yalnızlık döneminde eşi Ted Hughes ise, kendi kariyeriyle meşguldür. Başlangıçta birlikte yazan ve sıkça seyahat eden çift şimdi, birbirleriyle mücadele edecekleri bağımsız bir edebi kariyer uğruna yıpratıcı bir ilişkiye girer zamanla.

Ve sonunda, 11 Şubat 1963’te  çocukları yatırdıktan sonra mutfak kapısını ve tüm boşlukları battaniyeyle kapattıktan sonra kafasını gaz fırına sokarak hayatına son vermeyi seçer

Bugün intiharı için bilhassa Ted Hughes suçlansa da asıl sorun yalnız ve içe dönük bir çocukluk geçiren şairin toplumsal baskının kadınlara dayattığı annelik öğretisiyle, annesinin gerçek varlığının bilinçdışında yarattığı imgeden şiirlerinde bile kurtulamamasıdır.

Boşanmamasını telkin eden annesi ile yaşadığı dönemin politik kuşatılmışlığı içinde çıkış yolunu bulamayarak intiharı seçen şairin, ölümünden iki yıl sonra başlayan Amerikan kadın hareketinin öncülüğü yine Plath’in eserlerinin yapması ise, iç burkan bir ironidir.

Ölmek bir sanattır, her şey gibi eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi, öyle ustaca ki insana korkunç geliyor, öyle ustaca ki gerçeklik duygusu veriyor, bu konuda iddialıyım sanırım. Sylvia Plath

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu