Kültür-Sanat

Jagten – Onur Savaşı: Vasatın faşizmi

Epey rahatsız edici, yığınların davranış ve yargılarına dair sarsıcı bir film var karşımızda. Klasik Hollywood tarzının epey dışında.

Fransız toplumbilimci Gustave Le Bon, Yığın Psikolojisini anlatırken şöyle der: “Bir toplum kalabalıklaştıkça duygusallaşır ve düşünmek ağır gelmeye başlar.” Toplumu oluşturan vasatın ahlak ve zekâ düzeyi sıradan kalabalığınkinden çok daha farklı ve önemlidir. Zira toplum, yazılı olmayan kural ve kaideler ile bireye hayatı zindan da edebilir, cennet de…

Dahası var, bir fikir toplum nezdinde yayıldıkça kabul görür ve doğruluğu bir süre sonra araştırılmadan kabule başlar. Yığınlar için meselenin çıkış noktası önemsizleşir ve genel kanaat, kesin kanaate dönüşür.

Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg’in Batılı bir taşra kasabasından yola çıkarak ele aldığı bir hikâyeyi anlatan Jagten–Onur Savaşı (Orijinal çevirisi Av) küçük bir toplulukta, küçük ve masum bir yalanın, gerçek hayatları nasıl can yakan kırılmalara savurduğunu irdeliyor. Film, metin olarak bile ele alınması oldukça riskli ve sıkıntılı bir konuyu sinema perdesine taşıma cüret ve cesaretini gösteriyor. Vinterberg, modern toplumlarda bile çok az toleranslı bir alanda kamera oynatırken yer yer mayınlı tarlada kazalara neden olsa da, muradına eriyor.

Hikâyesine göz atacak olursak: Lucas, 40’lı yaşlarının başında, eşinden ayrılmış ve doğup büyüdüğü kasabada var olma mücadelesi veren kendi halinde bir adamdır. Çok sevdiği çocuğunu alarak evden gitmiş olan eşiyle tekrar bir araya gelemeyeceğinden emin olan Lucas, hayatını yola koyabilmek için uğraşırken, yeni bir ilişki ve oğluyla tekrar beraber olma umudu belirir. Ne var ki, yaklaşan Noel sadece ışıltılı yeni bir yılı değil, yeni ve büyük sürprizleri de beraberinde taşımaktadır. Kreşteki öğrencilerinden ve çok yakın bir arkadaşının kızı olan Klara’nın söylediği masum bir yalan öylesine devasa bir hâle gelir ki, Lucas’ın hayatı bir daha eskisi gibi olamayacak ölçüde değişmeye başlar.

İçine kapalı ve yaşadığı tüm sıkıntıları tek başına yüklenebilecek kadar güçlü görünen Lucas’ın, kitle psikolojisi karşısında giderek kendi olmaktan çıkması ve çaresizliğin insanı nerelere savurabileceği konusunda hiç de aceleci olmayan bir olay örgüsüne sahip Onur Savaşı’nda, yönetmen popüler bir anlatım dili tuzağına düşmeden seyirciyi adım adım hazırlıyor.

Uzaktan ve normal şartlar altında bakıldığında son derece sıradan ve iyi olan kalabalıkların, sıradan bir adama karşı dönüşümünü (velev ki haksız olsunlar) ürpertici bir soğukkanlılıkla verirken, biraz önce bahsini ettiğim mayınlı bir arazide geziniyor. Çocuk tacizi ve eğitim meselesi gibi hassas bir alanda gezinen hikâye, vasat insanların nasıl canavarlaşabileceğine dair önemli ipuçları içerirken, Danimarkalı yönetmen birkaç kez sınır ihlali yapmayı da sakıncalı görmüyor.

Küçük bir çocuğun öfkesiyle kurguladığı bir yalanın nasıl hayat batıran bir dalgaya dönüştüğünü izliyoruz Onur Savaşı’nda. Toplum vasatı böyledir, meseleye kendi pedagojisinden bakmak yerine, yetişkin kaygı ve endişelerine kişisel hissiyat da katılınca, insan hayatı bir anda tepetaklak olabiliyor. Film, böylesi basit bir olayın etrafında o kadar sahici bir hayat kurguluyor ki, seyirci yaşananlara ortak oluyor adeta.

Her toplumun kendi kültür kodlarına göre farklılık gösteren ‘taciz’ ve ‘linç kültürü’ Onur Savaşı’nda neredeyse ‘minimum konfigürasyon’ ile vuku buluyor. Doğuya doğru kaydıkça daha sert ve kanlı geçmesi muhtemel olaylar zinciri, hep en düşük düzeyde seyir halindeyken bile, meselenin insani yönü tatmin edici derecede ön plana çıkarılmasa da (Yönetmen bu ketumluğu başkarakterin özelliğine yerleştirdiği için yadırgamıyoruz) yeterince rahatsızlık verici olabiliyor.

Öte yandan ‘masumiyet’ üzerine söylemek istedikleri epey tartışılabilecek boyutlar ihtiva ediyor filmin. Yönetmen Thomas Vinterberg, bariz şekilde en baştan tarafını belli ederek, doğruluk ile masumiyet arasındaki o kadim giriftliğe dair cılız da olsa bir şeyler söyleyemiyor. Dostluğun, komşuluğun ve kan bağının bir çırpıda önyargılar ve kitle psikolojisine kolaylıkla kurban verilebilmesi filmin temel zaaflarından. Ele aldığı toplumun kültürel kodlarını elbette yönetmenden daha iyi bilemeyiz ama toplum psikolojisinin temellerine dair söyledikleri epey su götürür şeyler.

Filmin oyunculukları şaşırtıcı derecede iyi. Kamera kullanımındaki ustalık, resim tadındaki çerçeveler ile görselliği konunun ürperticiliği ile birleştirecek düzeyde. Vinterberg’in kendine has aceleci olmayan anlatımıyla neşet ettiği coğrafyanın iklimine uygun bir dil var Onur Savaşı’nda.

Neticede epey rahatsız edici, yığınların davranış ve yargılarına dair sarsıcı bir film var karşımızda. Klasik Hollywood tarzının epey dışında.

ONUR SAVAŞI (JAGTEN)

Yönetmen: Thomas Vinterberg

Oyuncular: Mads Mikkelsen, Thomas Bo Larsen, Annika Wedderkopp, Troels Thorsen, Søren Rønholt

Tür: Dram

M. Nedim HAZAR

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu