20. yüzyılın ünlü dansçısı Isodora Duncan da hamileliğini şu sözlerle anlatıyor:
“Çocuk kendini gitgide daha çok belli ediyor. Güzel, mermer bedenimi gerilmiş ve bozulmuş olarak görmek çok garip. Nerede benim tatlı gençliğim, tanrıça halim? Nerede benim hırslarım? Benim şöhretim? Çok mutsuz ve yenilmiş hissediyorum”.
Our Bodies, Ourselves adlı kitapta, bir kadın şöyle diyor:
“Hamile olduğumu anladığımda, bedenimin kontrolümden çıktığına çok kızdım ve bu durum beni çok korkuttu. Cinsel organlarım bana yabancıydı, benim düşmanımdı. Kadınlığımdan ötürü cezalandırılacağımdan korktum”.
1970’lerde Adrienne Rich’in Of Woman Born gibi kitaplarında dikkat çeken feminist yazın, hamilelik kavramını kutsal yüklenmelerinden uzak tuttu. Bu tür kitaplardaki değinmeler, kadınların hamilelik gibi zorunlu fiziksel değişimlerde bile bedenleriyle barış halinde kalmalarını vurgulayan ifadelerle doluydu. Hamilelik, doğal, sağlıklı, fiziksel bir süreçti, bir hastalık değil.
Karşı çıkışlar
Feministler kadınların bedenlerinden yabancılaşmalarına engel olmak için çok büyük mücadele veriyorlar. Kadın biyolojisi ile ilgili araştırmalar da onları destekliyor. Kadın bedeni hakkında öne sürülen ataerkil iddiaların çürütülmesi, bu anlamda büyük değişikliklere yol açabilir.
Bu konulardaki en büyük tartışma, kürtajın yasallaşması sürecinde yaşandı, hala da dünyanın kimi ülkelerinde yaşanıyor. Ataerkil düzen, kadının fiziksel gücünün denetlenmesi, bedeninin bir toplumsal statü olarak kullanılmasında o kadar ısrarlı ki, geri adım atmaktan hiç hoşlanmıyor.
Mary O’Brien bu konuda şöyle yazmıştı:
“Feministler, gitgide üremenin kadınlar için merkezi bir konu olduğunun farkına varıyorlar. Kadınların geri kalması biyolojik mi, kültürel mi? Çocuk taşımak ya da çocuk emzirmek kadını geride bırakmıyor, kadını geride bırakan erkek egemen toplumun toplumsal hayatın böylesi gerekli etkinliklerine yüklediği anlamdır.”
Yirmi yıldan uzun bir süredir feministler, patriyarkanın hamilelik üzerindeki negatif ifadelerine meydan okuyorlar. Pek çoğu kendisini istenmeyen gebeliğin bir hastalık olup olmadığı konusunda sorguluyor. Ancak, kürtajın yasallaşmasını savunan kimi feministler, istenmeyen bir gebeliği anlatmak için hastalık tanımını çoktan kullanmaya koyulmuşlardı, bile.
Hamilelik bir hastalık olmasa bile, kürtajı haklı çıkaracak kadar büyük bir fiziksel ve psikolojik yükü beraberinde getiriyor. Kürtaj hakkı taraftarları “Bir kadının kürtaj hakkı, bir kadının varolma hakkıdır”, gibi bir slogan kullanıyorlar. Ama hamileliği, hastalık kavramıyla her özdeşleştirdiklerinde, kadın bedeninin bir bozguncu, bir hata, bir çarpıklık gibi görülmesi yönündeki görüşü de desteklemiş oluyorlar. İki kere körtaj olan bir kadın, “Tanrım”, diyor, “Kadın olmak bir baş belasıymış”.
Kürtaj: Kendi bedenine engel koyma
Bir kürtaj kliğinde çalışan jinekolog Dr Elizabeth Karlin, “Muayanehaneme gelen on kadından dokuzu, eskiden hiç kürtaj olmayacağımı sanırdım der. Neden göz yaşı döktükleri sorduğumda da, yaptıklarının hiç doğru bir şey olmadığına inandıklarını açıklıyorlar”, diyor. Toplum, kürtaj yaptırmak isteyen kadınlara, çeşitli duygular yüklüyor ve kadınlar bu duygular içinde kendilerini marjinalleşmiş ve inanmadıkları bir işe kalkışmış kimseler olarak görüyorlar.
Kürtaj pek çok kadına, kendi bedenine bir engel koyma yolu gibi görünüyor. Bir tür kendinden kaçış, kendine engel olma.
Adrienne Rich, kürtajı “kadının öncelikle kendi bedenine uyguladığı derin, biçare bir şidddet” olarak tanımlıyor. Hamilelik; öncesi, sonrası, erkeklerle bağlantısı, toplumsal gerekleri ile aslında kadından çok, ataerkil toplumun bir kavramı ve gerçeği. Böyle bir dünya kadınların doğurganlık özelliklerini, üreme özellikleri bağımsız ve kendi istekleri doğrultusunda kullandıkları düşünülebilir mi?
Bedenimizin gerçek gücü
Sonuçta, kadın bedeni denince, bugüne kadar aklımıza zorunlu olarak getirilen pek çok şeyi artık unutmaya mecburuz. Kadın bedeni yeniden araştırılmalı, yeniden tanımlanmalı ve bu kez söz sahibi, gerçeğin sahibi, bedenin de sahibi olan kadınlar olmalı. Feministler, kadınların bedenlerini erkek beğeni normlarına hapsetmelerine engel olmak istiyorlarsa, hamileliğini hiç bir şekilde bir hastalık olarak nitelendirmemeliler. Kimliğin değersizliği, beğenilme koşullarına uygunsuzluk ve toplumsal yetersizlik gibi dayatmalarla savaşmanın yolu, ataerkil düzenin bugüne kadarki belirlemelerine meydan okumaktır. Bunu da ancak bedenlerimizin gerçek olanak ve gücünü keşfederek yapabiliriz.
Mary Krane Derr