Joseph Conrad’ın Karanlığın Yüreği adlı kitabı bir klasik. Gerçek anlamda bir klasik; zira çağları aşacak denli yoruma açık ve yeni okumalara müsait. Edebi bir yapıtı klasik yapan, onun, ortaya çıktığı tarihsel ve coğrafi bağlamda sıkışıp kalmaması, insanı değişmeyen cihetleriyle ele alıp yansıtması gibi özellikleridir. Aşk, İntikam, Dayanışma, İyilik, Kötülük, Kıskançlık ve Kibir gibi, tarihin her döneminde ve farklı mekanlarda tezahürlerine rastladığımız insani nitelikleri başarıyla irdeleyen yapıtlar eskimez.
Bu nedenle Othello, ele aldığı kıskançlık fenomeninden, Hamlet ise intikam fenomeninden ötürü evrenseldir. Conrad’ın kitabı da, felsefi, psikanalitik, tarihsel, sosyolojik ve sair okumalara tabi tutulacak denli zaman-üstü bir yapıt.
nesneler düzleminde, yüzeyde takılıp kalır, böylelikle Hakikat’ten mahrum oluruz. Bir roman, öykü, ya da şiir, fark etmez, nüfuz edilmek istenen yapıt daha derinlikli bir bakış talep eder. Aksi halde, Kafka’nın DöKitabı okurken, Conrad’ın önerisi daima kulağımıza küpe olmalıdır: “Dikkatinizi bu gibi şeylere, yüzeysel olanlara yoğunlaştırdığınızda, gerçeklik -anlatabiliyor muyum, gerçeklik- uçup gidiyor” (s. 89) Doğru. Anlamı yakalayabilmek için daha derinlemesine bir bakış gerekir. Bu bakımdan, edebi bir yapıt, gündelik hayattan farklı değildir. Gündelik hayatın içinde de yüzeysel olana çok fazla odaklanıldığında, altta yatan gerçeklik hissi kişiyi terk eder. Heidegger’in “onlar” dediği kişilere dönüşüverir, nüşüm’ünde, K.’nın gerçekten de bir hamamböceği olduğunu benimsemek durumunda kalırdık.
Marlow’un yaptığı yolculuk, hem dışsal, hem de içsel bir yolculuktur. Afrika’nın kalbine giden yolda varılan nehrin sürüklediği sisli mekan, Hakikat’i sarıp sarmalamıştır. Ona ulaşmak kolay değil, hatta imkansızdır. Hakikat konuşur, onun sesini duyar ama onunla konuşamazsınız. Sadece dinlersiniz (s. 121). Kitaptaki Kurtz karakterinden bahsediyorum. Bana kalırsa Kurtz, Hakikat’tir. İyilik ve kötülüğü bünyesinde birleştirip daha üst bir aşamaya geçmiş, deli ve dahi, duru ve bulanık, yalın ve karmaşık olan, onda erimiştir. Hem sevgi dolu hem de dehşetengizdir. Alim-i mutlaklığından sual olunmazsa da, aynı zamanda sağı solu belli olmaz; çünkü kestirilemezdir. Sadakat talep eder, itiraz kabul etmez. Onu anlamak mümkün değildir. Anlamı yakaladığınızı hissettiğiniz anda avuçlarınızdan kayıp gider: İdrak eşiğini aşmaktadır. Fani kişiler onu belirleyemez, onunla konuşamaz, ona nüfuz edemez; bilakis, Hakikat belirleyici olandır, konuşur ve nüfuz eder. Karşısında ne arzu ne de bilgi öznesi olmak mümkündür. Faniler, Hakikat’in nesneleridir ya da, daha doğru bir ifadeyle, özne-nesne ikiliği onun mevcudiyetinde ortadan kalkar.
Hakikat, Tanrı, Hayatın Anlamı, ya da her ne derseniz deyin, zaman ve mekandan azade olmakla, evrensel ve ezeli/ebedidir. Hakikat’in yüzüne doğrudan bir bakış atmak imkansızdır (s. 146); Hakikat’in ışığı o kadar parlaktır ki, simetrik bir karşılaşma yerine, Derrida’nın dediği gibi, çapraz bir bakış gerekir: Şöyle bir göz ucuyla, ucundan kıyısından nasiplenilebilir ancak. Perdelerin arkasında olmakla kalmaz, ayni zamanda sisler tarafından sarıp sarmalanmış bir haldedir. Daha da kötüsü, Conrad’ın kitabında hissettirdiği üzere, uzun zamandır dünyayı terk etmiştir. Dünyanın büyüsü bozulmuş, hayatın anlamı yitirilmiş, tüm referans noktaları sökülüp atılmıştır. Ayaklarımız sağlam bir zemine basmaz artık, bunun yerine, Afrika’da bataklığa saplanmışızdır. O eski güzel günlere dönme arzusu, nostalji duygusu biçiminde kendini gösterir. Nietzsche şöyle demişti, Böyle Buyurdu Zerdüşt’te: “-Hayır! Gel geri! / Bütün işkencelerinle birlikte geri gel! / Tüm yalnızların en sonuncusuna / Hey, geri gel! / Bütün gözyaşı-derelerim / sana akıyor, / yüreğimin son alevi – / Seni aydınlatıyor. / Gel, geri gel, / Meçhul Tanrım! Acım benim! / Son – mutluluğum benim!..”
Bunca kıymeti haiz olana sahip olan, onu bırakmayı asla kabullenmez. Hatta onu elinde tutmak ve korumak uğruna saldırganlaşır, vahşileşir, gözünü kırpmaksızın şiddete başvurur (s. 122). Hakikat’in işitilen sesi, muhataplarını ikna edemediğinde, onların idrakine kısmen de olsa nüfuz edemediğinde, gardiyanlarını sapkınların üzerine salar. Tam da bu yüzden, onun için savaşmak, ona kurbanlar sunmak, adaklar adamak, nihayet gönlünü hoş tutmak gerekmektedir (s. 128). Hakikat koşulsuz biat talep eder. Öfkesinin gazabından sakınmak için sınama arzusunu bastırmak zorunludur. Gardiyanlara ihtiyaç duymasının nedeni, muhatabını muhatap alamıyor oluşunda, onunla ancak çapraz bir bakışla temas edebilmesinde ve tüm ihtişamıyla tezahür etmesinin olanaksızlığında yatar. O hep altta-yatan olmaya, görünenin ardındaki olmaya, gizemli olmaya, hatta gizemin bizatihi kendisi olmaya yazgılıdır. Gardiyanların yanı sıra ihtiyaç duyacağı bir başkası ise ulaktır. Hermes, Haberci, Havari, her ne derseniz deyin, onun mesajının taşıyıcılığını yapar (s. 123).
Karanlığın Yüreği adlı yapıtında, iyiliği ve kötülüğü başarıyla ve harikulade bir edebi kabiliyetle ele alan Joseph Conrad, bir kez intihar girişiminde bulunduysa da ölmedi. Boğuntu duygusu ve karamsarlık, ömür boyu yakasını bırakmadı. Şahsen, “normal” olarak addedilen bir kişinin, Kongo yolculuğunun ardından böyle bir kitap yazmasını beklemezdim zaten. Karanlığın Yüreği, Kıyamet (Apocalypse Now) adıyla, ünlü yönetmen Coppola tarafından sinemaya aktarıldı. Ayrıntılarda ve zaman/mekan bakımından kitapla farklılaşsa da, filmin, kitaptaki gizem duygusunu başarıyla aktardığını düşünüyorum.
Tamer Ertangil –
www.ertangil.com