manşetYaşam

Kat, Kat, Katla Eğlenceyi!

Eğleniyor muyuz sorgusu garip bir sorgu. Eğleniyorsam hatırlamaya, gözden geçirmeye gerek duymam. Eğlen ama tamam mı! diye devam eder aslında despotik soru. Hissedilir bir eğlen baskısı bir davranış standardı gibi her gün karşımıza çıkıyor. Eğlendiğimizi hissederken neyi hafızamızdan sildiklerini zannediyorlar acaba ya da doyum odaklı mutlulukla hangi kadim bağlardan kopmamızı umuyorlar?

Sevgi temel ihtiyaç da, eğlenmek sevgiye mi dâhil? Onu aşıyorsa başka bir ihtiyaç mı? Sonuç durumundaki eğlence nasıl oldu da her şeyin önüne geçip doğal sıralamayı bozdu. Geçmiş hafızam da hep iç içe; sevgi, coşku ve eğlence. Eğlenmek hep sevgiye dâhilken şimdilerde sevgiyi yok sayan bu ihtiyacın karakteri sorguyu hak ediyor bence. Sevgi ve eğlence arasındaki bağın kopuşu eşelendikçe altından anlamsızlık, sorumsuzluk gibi derin sorunlar ortaya çıkıyor. Bu sebeple üzerinde fazlaca durmayı hak ediyor.

Gereksiz eğlencelerle bizi niye oyalar ki birileri?. Bütün gün vasatlığa teslim ettiğimiz ruhun çıkmazı mıdır tüm bu gereksiz eğlence dayatmaları? Umutsuzluk halinin hazza yönelik talebi artırdığı kesin. Çözümsüz, baş edilemez gibi duran her şey, bireyi kendi hazzına yönlendirir. Rahatla, gevşe, anı yakala hatta ‘an’ da kal! Sanki hakim olabileceğimiz tek şey anmış gibi. Sıradan bizlere küçük hedefler…

Eğlence kutsalı dediğimizde kulağa çok kötü gelmiyor ama en az diğer kutsallar kadar tehlikeli. Bu yalancıktan eğlenme hali bizi bağlamımızdan koparıyor ve gerçeği algılamamızı zorlaştırıyor. Gerçekliği ortaya çıkaran şey bağlamıdır. Ama bu şartlarda bize ya da sisteme özgü doğrular gerçekler haline geliyor.

Eğlenmenin özünde bir bencillik var zaten. Eğlencem kimseye değmiyor. Bana özgü gibi ve ben de kalıyor. Hatta başkalarının anlamsızlığına destek veriyor. Ondan alıyorum o da başkasından. Coşku alışverişi sürerken yıpranan ilişkiler, tükenen duygular oluyor. Anlamadan kendi duygularımızla ve ihtiyaçlarımızla yargılıyoruz herkesi. Ve bağlar giderek zayıflıyor.

Bu haliyle hiçbir şeyi gerçekten var edemiyoruz. Kaçmak değil de kurtulmak gibi bir eğlence anlayışı hüküm sürüyor. Kurtulduğumuz da yok. Aynı eksende anlamsız bir dönüş hali. Bir bulanıklık tüm evrenimiz. Yaşanmışlıklarımız yok aslında bir tarihimizde yok. Yanından geçip gitme hali olan biten. Dolduramıyoruz hiçbir alanı tam anlamıyla.

Huxley’in “Cesur Yeni Dünya” distopyasında eğlence ile kontrol altında tutulan, sorgulama ve farkındalık algıları bozulmuş, standartlaşmış bir insanlık durumundan bahsedilir. Akıl aracılığıyla hazlara yönelen bir diktatörlük vardır. Söz konusu hazlar olduğunda hayal sandığımız bu dünya, gerçek bir kâbustur. Mutluluk bir ilaç formunda sunulur ve her gün uygun dozlarda alınır. Mutluluğu duyduğumuzda bir ütopya olabilir mi diye düşünürken mutluluğun bedelini fark ettiğimizde bunun insanlığın sonu, mekanikleşmenin kendisi olduğunu anlıyoruz. Ruhların olmadığı anlamsız bir yaşamda, eğlence karşıtının yani diktatörlüğün oyuncağı oluyor. Bir denek şöyle söyler “ Burada hiçbir şeyin bedeli yeterince ödenmiyor.” Elbet insanlığımız dışında… Bu artık bizim de gerçeğimiz; bedelini ödediğimiz sevgiler, bedelini ödemediğimiz hazlara dönüştü.

Eğlendiğimiz takdirde bazen saçma olan bile makbuldür. Bilgisayar oyunları, diziler, dini ve mistik hikayeler her biri birer kontrol mekanizması gibi kullanılan toplumun afyonlarıdır. Etkisi çabuk gittiğinden çok yaygındırlar. Evlere hatta ceplere kadar tüm yaşam alanımızda oyalayıcı uygulamaları rahatlıkla kullanabiliriz. Teknolojik gelişmelerin yönü çoğunlukla hayatımızın her anında bizi eğlendiren araçların üretimine göre şekillenmektedir. İnsan mekanikleştikçe eğlenceli mekanik güdümleme de kolaylaşır. Oyalanmak bu tehlikeli kutsalın esasıdır.

Düşünmeye yönlendiren her şey ince bir baskı altındayken sınırsız eğlence ya da cinselliğe dair her şey abartılmakta. Bu abartıdan rahatsız olmamak ne mümkün! Özgürlük algımız bile bir yanılgıya dönüşmektedir. Koşulsuz eğlence deneyimi özgür olduğumuzu hissettirir, rahatlatır. Eğleniyorsanız daha ne isteyebilirsiniz ki… algısı yaratır. Gerçek ihtiyaçlarımızı algılayamadığımız bu zeminde yabancılaşma yeşerir. Özgürlük bencilce bir deneyim değildir ve geçici ya da dar bir talep de olamaz. Özgürlük kazanılan bir şeydir risk ve acı içerir. Oysa haz talebi bir alışveriş ilişkisidir ve son kertede boyun eğmeye dönüşür.

Tehlikeli bir eşik elbet.

Hediye Çınar Ekinci

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu