Duygu durumlarımız
Hayatın garip bir dengesi var, ya da dengesizliği mi demeliyiz bilemiyorum. Bir yandan insanı çabalamaya iten bir yandan da “dur bir saniye nefes al, bunlarla uğraşma, haydi nefes al” diyen bir tarafı var. En kötü tarafı, hangisini seçersen seç, asla bir tanesiyle tek başına ilerleyemiyorsun, mutlaka ikisini de özümsemeli, iki tarafla da barışmalısın. Seçme şansı sunmuyor.
Pek fazla kişisel gelişim kitabı okumuyoruz, birçoğumuz kendi kişisel gelişimini deneyimlerine borçlu. Kişisel gelişimden herkesin anladığı da bambaşka, kimse bütünüyle gelişemez, kimse bütünüyle geri kalamaz. Herkes ama herkes, hayattaki tecrübelerinden büyük dersler çıkarmıştır, birçoğumuz eminim bir daha aynı gaflete düşmemek için yeminler etmiştir. Herkesin kalbi de, gururu da kırılmıştır, herkes çok sevdiği birinden vazgeçmiştir, birini kıskanmıştır, evet herkes biraz kin de duymuştur. Çok sevmiştir mesela, başkası için fedakârlıklar yapmıştır, birilerinin hakkını aramıştır ama neticede haksızlığa uğramıştır. Bunun en garip tarafı da bu satırları okuyan herkesin hem haksızlık etmiş hem de haksızlığa uğramış olmasıdır. Yani, sana haksızlık ettiğini düşününce ilk aklına gelen insan da bu satırı okuduğunda bir başkasını düşünüyordur. Ve hatta belki de ilk aklına sen geliyorsundur…
Kimse sosyal çevresinde yapayalnız olamayacağı gibi, bir bütünün de parçası olamayabilir, sandıklarınız gerçeklerle aynı olmuyor çoğunlukla. Ve tabii belli bir yaş üstü insanlar şunu çoktan öğrendi; hiçbir şey aşırı panik yapıp streslere gark olacak kadar uzun sürmüyor, o kadar büyümüyor ve o kadar önemli değil. Bu duygu durumuna ulaşıldığında hayatın tadı bir anda değişiyor. Herkes kendisini düşünsün; çok önemsediğiniz konuları getirin aklınıza, geçmişte bunu ne kadar dert ettiğinizi ve bu konuya şimdiki bakış açınızı düşünün. Cebi tecrübeleriyle dolu herkesin yüreğine tam da bu anda sular serpiliyor eminim. Hiç kimseye kulak asmayan biri bile bir gün bir tavsiye ile darmaduman olabiliyor, bir anda büyük resmi görüyor, hepimizin sorunu detaylarda boğulmak, yüzme bildiğimiz halde nefesimizi kontrol edemiyoruz. Acelemiz var ama yavaşlamak istiyoruz. Çok fazla saygı bekliyoruz ama saygısızlık yapmaktan da erinmiyoruz. Kimse tavuğuna kış denilsin istemiyor ama hep gözü başkasının bahçesinde. İnsanları değiştiren birçok şey oluyor, kimisi hayat dersi alıyor, bir sağlık sorunu yaşıyor, ölüm başa geliyor; bir başarıya imza atıyor, bir dostla dertleşiyor ya da dostu düşmanı ayıramaz oluyor. Böyle zamanlarda değişim kaçınılmaz oluyor.
Yine de herkesin en mustarip olduğu para ile gelen değişim. Çevrenizi analiz ettiğinizde çok kişide görüyorsunuzdur, para kazanmaya başladıkça davranışsal ve duygusal bozukluklar yaşayan tanıdıklarımız var, ya da artık tanıyamadıklarımız mı demeliyiz? Kültürümüzde paranın getirdiği güç çok önemli; bilgi, kültür bunlar hep geri planda kaldı yıllar içinde, paraya hükmeden en yakın arkadaşına hatta aile bireylerine bile hükmedeceğine gönülden inanıyor; bir eşya satın alır gibi insanların duygularını da satın almaya niyetleniyor. Bazıları bunu yardımseverlik kisvesi altında gizli kapaklı yapıyor, bazıları ise alenen “para çokomel” ilişkileri kuruyor.
Yine bir başka sosyal problemimizin başında güven geliyor. Birbirimizi ilk tanıdığımızda en çok güvenilir olup olmadığını tartıyoruz. Yalnız güven aradığımız konular çok yüzeysel, birlikte sosyalleşecek kadar güvensek de yetiyor garip bir şekilde. Buna da güvenmek denirse? Evet, bu tabii ki güvenmek değil. Bu sadece amaç odaklı bir şeçim yapmaktan başka bir şey değil. Güvenmek çok daha derin anlamlı bir kelime. Belki de bu derinliğe vacip olmayan insanın en şiddetli karın ağrısı da bundan kaynaklanıyor. Bazı insanlar kesin olarak hiçbir konuda derinleşemiyor. İletişimde, sevgide, nefrette, yardımseverlikte…
Her şeyin yüzeysel olduğu bir dünya tasarlıyorlar kendileri için. Dolayısıyla derinleşmek gereken her şeyi de ellerine yüzlerine bulaştırıp, psikolojik olarak yıpranıyorlar. Asla doya doya sevemeyen, içinden geldiği gibi ne sevdiğini ne nefretini dile getiremeyen, herkesle ilgili güven problemi yaşayan öyle çok insan var ki… Bu insanları neyin bu hale getirdiğiyle ilgili psikolojik araştırmalar elbette ki vardır, ama birçoğumuzun bu konuda iyi kötü fikirleri var; bazıları yaşanılan deneyimlerden yara almışlığa, bazıları yetiştirilme tarzlarına, bazıları fıtrata bağlıyor.
Bu noktada konu yine dönüp dolaşıp, çocuğun tensel temasların olduğu ve sevgiyi ifade eden/belli eden ebeveynlerden oluşan bir ailede büyümesinin önemine geliyor. İletişimsiz bir ailede büyümenin yükünü yetişkinlikte çekmek durumunda kalan birçok insan tanıyoruz hepimiz. İletişim kelimesi pozitif anlamlı bir kelime olmakla beraber, aslında öfkenin karşılıklı aktarımı da bir iletişim biçimi olduğu için, bunu bütünsel düşünmek gerekiyor. Anne ve babasına kızan çocukların kızdıklarını ifade etme özgürlüğü olmadığı müddetçe, yetişkinlik döneminde de kızdığı her kimse kendisini ona karşı da ifade edemeyecek duruma geliyor. Sonra bu bir kartopu gibi büyüyor. Ne haksızlığa karşı direnebiliyor, ne içindekileri dökebiliyor, ne de sağlıklı ilişkiler kurabiliyor.
Özetle, yüzeysellik içerisinde kalmayı tercih etmesine rağmen, bu yüzeysellikten de mutsuz oluyor ve en çok yenmesi gereken kişiyi, kendini yenemiyor. Hepimizin can çekişen ilişkileri, arkadaşlıkları, aşkları oldu. Yaralar aldık, olgunlaştık, davranışlarımızı değiştirme farkındalığına eriştik belki de. Büyük bir çoğunluğumuz yaşanılanlar karşısında kendisini geliştirdi. Empati yeteneğimizi arttırdık, günümüzde insanın evrimi de böyle bir şey sanki. Elimiz ayağımız kolumuz bacağımız değişmiyor da, her gün duygusal evrim geçiriyoruz.
Ergenliğimizde başka, öldüğümüzde bambaşka insanlar olarak tamamlıyoruz maratonumuzu. Sihirli kelime farkındalık olsa gerek. Hemen her alanda farkındalığı olan insanın bir şeyleri düzeltme, yoluna koyma ya da düzenden çıkarma yeteneği oluyor. Bir çok kez söylenmiştir ama, bazen düzen bozmak çok iyidir. Her zaman aynı düzende kalan insanların bir düzenin içinde eridiğini görebiliriz. Kendisini önemseyen insanın mutlu olmama şansı yok, fakat kendini önemserken kantarın topuzunu kaçıranlara yine hüsran görünüyor…
Tolstoy’un dediği gibi; “Kendi mutluluğundan başka hedefi olmayan insan kötüdür.”
Aslı Kaya
Dünyalılar
Eklediğimiz son yazılara göz gezdirmek isterseniz şurada