Yaşam

Kendini Keşfetmek İsteyen İnsan Kendine Soyunur

Şu hayattan öǧrendiǧim en önemli şeylerden birisi de, hiçbir şeyi ve hiç kimseyi küçümsememektir.

Kendimizin kişilik elbisesini deǧil de, başkalarının düşüncelerini, davranışlarını taklit ederek, onların kişisel özelliklerini tıpkı bir elbise gibi üstümüze giyiniyoruz. Bu durumda da, hep kendimize dar ya da bol geliyoruz. Bu elbise, bir türlü üzerimize oturmuyor ve bize hayatımız boyu sıkıntı veriyor. Ancak yine de çeşitli nedenlerle üzerimize tam oturmasa da bu elbiseyi çıkarmaya çekiniyoruz. Çoǧu insan ise yaşam serüvenini hiçbir zaman üzerine tam olarak oturmayan bu elbiselerle tamamlıyor. Böylesi insanlar, hiçbir zaman kendisi olamadan, bunu bir an olsun bile düşünmeden yaşamlarını noktalıyorlar.

Çünkü derin bir yanılsama içinde yaşıyorlar. Hayatlarını kendi istedikleri gibi deǧil, başkalarının istediǧi gibi yaşamaya çalışıyorlar. Hayatlarını böylece içi boş bir çuvala çeviriyorlar. Bu yüzden de mutsuz oluyorlar, hayatlarının anlamının derinliǧine ulaşamıyorlar, bunu düşünmüyorlar bile. “Az bilen mutludur.” derler. Oysa az bilenin mutluluǧu, yalnızca bir yanılsamadan ibarettir, çünkü o hayatın anlamını merak bile etmemektedir, gerçek mutluluǧa hiçbir zaman ulaşamaz. Bu tür insanlarin kendileri sandıkları şey, aslında hiç de kendileri deǧildir; vücutlarında bir milimetre bile kendilerinden oluşmamaktadır.

Kişinin kendi olabilmesi için, önce başkalarının elbiselerinden soyunması gerekir. İşte o zaman hiç’ten kendini oluşturmaya doǧru giden süreç başlamış olacaktır.

Bukowski’nin bir sözü var: “Bazen kendine gelmen için başkalarından gitmen gerekir.”

Kendin olabilmen için, başkalarının o üzerine tam olarak oturmayan elbisesinden de soyunman gerekir bence de.

İnsanın kendisi olabilmesi sürecine girebilmesi için, yapması gereken ilk şey, onun kendisine soyunmasıdır. İnsanın kendisine soyunması, kendisiyle yüzleşmesi ve kendisini sorgulamasından geçer.

“Bir insanın kendisi ve hayat problemleri hakkındaki yanlış görüşü er geç, sosyal duygu yönünde çözüm isteyen gerçekliğin yumaşamaz mukavemetiyle karşılaşır. Bu karşılaşma esnasında meydana gelen sonuç bir şokla karşılaştırılabilir. Bütün bu hallerde ‘görüş’ bir bireyin dünya hakkında tasarımına uyarak bireyin düşüncesini, duygularını, iradesini ve aksiyonunu değerlendirir.”[1]

Adler’in belirttiǧi gibi, insanın kendisi hakkındaki yanlış görüşü hayat tarafından yalanlanır, yani insan bir noktaya geldiǧinde gerçeklik duvarına çarparak daǧılır. Bu kaçınılmaz bir süreçtir. İnsan, ne yapacaǧını bilemez bu noktada. Adeta durmuştur. Kendisini hayatın akışına bırakacak enerjiden bile yoksundur.

Dolayısıyla çağdaş insanın sorunu, çoğu kez özdeşleşme (Identification) ihtiyacının ötesinde bir ‘kimlik bunalımı’niteliğine ulaşmaktadır. İçleştirme (Introjection) mekanizması, kişinin bir diğer insanın ya da bir grubun bazı özelliklerini ve inançlarını kendi benliğine katarak kişiliğinin parçası durumuna getirmesidir. Bu mekanizma birçok yönden yansıtma mekanizmasının tam karşıtıdır: İlkinde dıştaki olaylar içe alınır, ikincisinde ise iç yaşantılar dış dünyaya mal edilirler.”[2]

Söylemek istedigim şey tam olarak da bu, yukarıdaki alıntıda bilimsel olarak açıklanan gerçektir. Özdeşleşme ve içleştirme, başkalarının elbisesini giymekten başka bir şey deǧildir. Kendimizden kaçmak için, ilk fırsatta bulduǧumuz bir gruba katılır ve onun içerisinde kendi özgün ruhumuzu yok ederiz. Grubun elbisesini giyeriz, ama o elbise, kendi özgün ruhumuzu içsel dünyamızı keşfetmediǧimiz için bize bol ya da dar gelir. Grubun içerisinde kendimizi özgürce ifade edemeyiz çoǧu zaman. Özellikle cemaat kültürünün yaygın olduǧu Ortadoǧu kültürlerinde, bu daha fazla böyledir. Birey, grubun katı kuralları altında denetim altına alınır ve onun özgür düşüncesi, özgün kişiliǧi yok edilmeye çalışılır. Bunu yalnızca dinsel ya da saǧcı, muhafazakâr, faşist gruplar deǧil, bazı “solcu” gruplar da yapar. Çünkü cemaat kültürü, toplumun tüm kesimlerince bilinçsizce de olsa içselleştirilmiştir.

Kendi elbisemizi kendimiz biçmeliyiz, böylece üzerimize tam olarak oturan bir elbise giyinebiliriz. Başkalarının bize biçtiǧi elbiseyi giyersek, kendi deǧerlerimizle deǧil, başkalarının deǧerleriyle yaşarız.

“Bu bana iç-görü, ‘içeriyi görme’, dünyayı ve diğer insanları benimle ilişkili olarak görme fırsatını verir. Böylece, bir tarafta tatmin edememeye tahammül edemediğim, diğer yanda onları körce tatmin etmeye sürekli olarak itildiğim icin, arzulan bastırmanın önceki bağlayıcılığının yerini, bu zevk, aşk, güzellik, güven ilişkilerine katılanın ben olduğum gerçeği alır. O zaman, onları daha mümkün kılmak icin davranışımı değiştirme fırsatını yakalamış olurum.” [3]

 İlişkilerimize dūrbūnle bakmak

İnsanları bilen akıllıdır

Kendini bilen bilge

Başkasını yenen güçlüdür

Kendini yenen egemen

Halinden memnun olan zengindir

Nefsini yenen istençli

Yerini korumayı bilen kalıcıdır

Ölüp de yok olmayan ölümsüz” [4]

Lao Tse: “Tao Te Ching”

 Şu hayattan öǧrendiǧim en önemli şeylerden birisi de, hiçbir şeyi ve hiç kimseyi küçümsememektir. Deǧerlendir, analiz et, düşünceni ortaya koy, ama küçümseme, yok sayma, önemsizleştirme. İşte bu benim hayat felsefemdir. Bir düşünceye katılmasam bile onun deǧerini küçümsememeye, yok saymamaya, önemsizleştirmemeye çalışırım. Aynı şekilde gereǧinden fazla deǧer vermek, önemsemek de doǧru deǧildir.

Ben kendi gelişimime giden yolu açarım. Başkaları da bundan etkilenerek gelişebilirse, gelişir. Ama benim amacım, başkalarını deǧil, önce kendimi geliştirmektir. Çünkü başkalarını deǧiştirmeye çalışan birey, kendisini gözden kaçırır ve kendisine sanki mükemmelmiş gibi bir misyon biçer. Ben geliştiǧim zaman elbette bunu bir şekilde dış yansıması olacak ve başkalarını da ister istemez az ya da çok etkileyecektir. Bireyin gelişimi, toplumu da etkiler.

Çünkü gördüm ki, hayatımız birbirimizi aşaǧılamakla, yok saymakla, küçük görmekle ve başkalarının yaptıklarını küçümsemekle geçiyor. Yapamadıǧımız bir şeyi, başkaları yaptıǧında o şeyin deǧerini düşürüyoruz, kim bilir böylelikle belki de kendimizin büyüdüǧümüzü düşünüyoruz.

Ukalayız, hem de hiç aynaya bakmamacasına. Sürekli başkalarına saldırıyor, onları yargılıyoruz. Ama ben ne yapıyorum, neredeyim, şu hayatın içerisinde ne ifade ediyorum diye bir an olsun düşünmüyoruz. Olgun insan başkalarını deǧil, kendisini yargılayan insandır.

Yıllar önce “Hayata Dair Notlar” adlı kitabımda yazdıǧım gibi;

“Küçüldükçe büyüten ve büyüdükçe küçülten şey kibirdir.”[5]

Kibrimizi küçülttüǧümüz oranda, sınırsız bir şekilde büyüyebiliriz.

Şimdiki kendimiz olasılıklar içindeki en iyi kendimiz midir?

Çoǧumuz kendimizin, olası olan kendimiz  içindeki en iyi kendimiz olduǧunu düşünürüz. Bu da bir yanılsamaya yol açar: Kendimizi olduǧumuzdan daha farklı, daha büyük ve olgun görürüz.

Oysa kendinden memnun olan insan, ileriye deǧil, geriye doǧru giden insandır. Bu şuna benzer: Bir kum saatini sıfırdan başlatarak ters çevirirsiniz ve ulaşabileceǧi en yüksek seviyeden en aza doǧru bir hareket başlar kum saatinde. İnsan da kendisinin en ileriye noktaya ulaştıǧını düşünürse, onda da bir çöküş kaçınılmazdır. Giderek eriyecek, kumları aşaǧıya doǧru düşecek, kendisini bitirecektir her saniye.

Oysa insan, sınırsızdır, kendisini hep geliştirmeye, yenilemeye doǧru yönlendirdiǧinde, var olduǧunu sandıǧı dar sınırlarının ufuk çizgisine doǧru nasıl genişlediǧini de görebilecektir.

Erol Anar

Santa Catarina – Brezilya

Kasım 2016 – Ocak 2017

 Referanslar

[1] Alfred Adler: “Sosyal Duygunun Gelişiminde Bireysel Psikoloji”, Hayat Yayıncılık, İstanbul, Kasım 2002, s. 18.

[2] Engin Geçtan: “Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı Davranışlar”, Remzi Kitabevi, 13. Basım,  Nisan, 1997, İstanbul, s. 88.

[3] Rollo May: “Aşk ve İrade”, 5. Baskı, Kasım 2010, İstanbul, s. 331.

[4] Lao Tse: “Tao Te Ching”, 33, Yol Yayınları, 1994, 33, s. 41-42.

[5] Erol Anar: “Hayata Dair Notlar”, Hera Yayınları, Ankara, 2000, s. 71.

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu