Kültür-Sanat

Kış Uykusu: Bir Aydın Tiyatrosu

2014 yılı yapımlı, yönetmenliğini Nuri Bilge Ceylan’ın yaptığı bir film olan Kış Uykusu,  Türk aydınının tarihsel çaresizliğinin bir tür özetidir adeta…

Filmin pek çok planı Batılı anlamdaki aydının bugüne kadar bu ülkede nasıl tasavvur edildiğini göstermesi bakımından önemlidir. Aynı zamanda Batı’nın gördüğü Doğu imgesini mevcut sinemasal özelliklerle yeniden üretmektedir.

Kış Uykusu’nun Türk aydınına olduğu kadar, Batı’da ortaya çıkan bir sanatın bu topraklardaki serüvenine dair de sözü olduğu iddia edilebilir.

Filmin başkarakteri eski bir tiyatrocu olan Aydın’dır. Mesleği bırakmış, Kapadokya’da bir otel işletmekte, aynı zamanda yerel bir gazetede yazılar yazmaktadır. Film başkarakterinin isminin Aydın olması dikkat çekicidir. Aydın’ın kurduğu yaşama düzenini hem görsel anlamda hem de diyaloglarla anlamaya çalışırken filmin ilk sahnelerinde otele gelen motosikletli genç Timur,  Aydın’a bir soru sorar ve aralarında şöyle bir diyalog yaşanır:

– “… gezi için at var değil mi bu otelde?”

– “At yook.”

– “Yok mu, sitenizde at fotoğrafları var da o yüzden”

– “Hıı, o öyle görüntü olsun diye, buralarda yılkı atları çoktur da, sitenin şeyi için
öyle manzara.”

Burada Aydın karakteri kendini ele vermektedir. Aslında olduğundan farklı bir görünüm sergilemektedir. Kısaca rol yapmak denebilir. Otelde at olmasa da varmış gibi bir görüntü verir. Sonuçta Türk aydını içi boş olduğundan ancak işin gösteri tarafında kendine yer bulabilmiştir. Onun için Batılılaşmak da bir gösteriden ibarettir.

Türk aydını en nihayetinde kendisi olma şansını çoktan kaybetmiştir. O görevini yerine getirememenin travması içinde rol yaptığı bir hayatı yaşamaktadır. Batılılaşmanın taşıdığı gerçekler ile tarihsel gerçekliğimizin ikili bir yapı oluşturması bir tiyatro oyununu andırır. Aydın, tiyatro sanatının sembolü olan ağlayan ve gülen maskeler gibi maskelerin birini çıkarır diğerini takar gibidir, bir yandan da odasındaki bu maskeler hep izleyicinin gözüne çarpar.  Yönetmen bir sahnede Aydın’ın o maskeyi taktığını da izleyiciye gösterir, başka bir sahnede ise açıkça Levent öğretmen bir Çehov öyküsünden alıntı yapar ve “Biz yaşamıyoruz yani tiyatroda yangın sahnesi oynuyoruz” şeklinde Aydın’a veryansın eder.

Filmin ilk sahnelerinde, Aydın’ın kiracısının oğlunun attığı taş arabasının camını kırmıştır. Camın yenisini taktıracak Hidayet’in Aydın’a sorduğu soru ilgi çekicidir. “Orijinal mi yan sanayi mi taktırayım” diyen Hidayet’e Aydın “Orijinali nereden bulacaksın?” der. Hidayet de, “Zaten orijinali yok o yüzden sordum” demektedir.

Film bütün olarak düşünüldüğünde aydın olmak Batı’ya ait bir kavram olduğundan aydının orijinalinin de Batı’da yaşayanı olduğu sonucu çıkar. Hidayet bu soruyla zaten olmayan bir şeyi olabilirmiş gibi sormuştur. Aydın’ın bütün hayatında yapmaya çalıştığı da budur. Azımsanmayacak bir süre Hidayet’e anlamsız gözlerle bakan Aydın,“Hadi Hidayet” deyip onu yollar.

Aydın’ı odasında gördüğümüz ilk sahnede ablası Necla ile başlayan diyalogları ilginçtir. Necla yerel gazetede yazı yazan kardeşinin son yazısını okuyup beğendiğini belirtir. Bu yazı taşradaki estetik yoksunluk üzerinedir. Aydın burada taşra insanını açıkça küçümsemektedir. Üç zeytinin dahi olsa onu elini daldırıp yemektense bir tabağa koyup yemenin önemine değinmektedir.

Burada,  Ceylan’ın daha önceki filmlerinde de dikkati çeken merkez-taşra gerilimi gündeme gelir. İlk üç filmi Kasaba (1997), Mayıs Sıkıntısı (1999) ve Uzak (2002) tamamen bu gerilim üzerinden şekillenen filmlerdir. İçinde aydın olanların da bulunduğu kökleri taşrada olan karakterler, kentte yaşamış ama mutluluğu yakalayamamış kendi yalnızlıklarına hapsolmuşlardır ya da taşraya bir biçimde geri dönmüşlerdir. Merkez-taşra gerilimi özünde Batı-Doğu geriliminin mikro yansımasıdır.

Aydın’ın rol yapan karakteri farklı birçok kişiyle iletişiminde karşımızda çıkar. Timur ile otel lobisinde tekrar karşılaştıklarında ona sorduğu sorularla ne yapmaya çalıştığını öğrenen Aydın, gencin gezi notlarını kitap olarak yayımlayacağını öğrenince kendisinin de bir kitap yazdığını söyler (aslında yazmakta olduğunu söyleyerek de doğruyu söylemez) o kitabın kalın, ciddi bir şey olacağının da altını çizer. Bahsettiği kitap Türk Tiyatrosu’nun Tarihi’dir. Bu diyalog, filmin en can alıcı noktalarının başında gelir. İzleyici Türk tiyatrosunun tarihini yazmak istediğini, üstelik bunun kalın bir kitap olacağını söyleyen Aydın’ın Türk tiyatrosuna ilişkin ilgisinin izlerini filmde görmek isteyebilir; çünkü film, Aydın’ın tiyatroya ilgisini gösteren pek çok ayrıntıyla doludur ancak detaylara bakıldığında Aydın’ın tiyatroya ilgisine karşın Türk tiyatrosuna yönelik bir ilgisinin olmadığı rahatlıkla görülebilecektir. Bahsettiğimiz ayrıntılardan biri, Aydın’ın işlettiği otelin adını William Shakespeare’in Othello adlı oyunundan almasıdır. Aydın açıkça Türk kimliğini arka plana atmaktadır.

Aydın’ın odasını tasarlayışına bakıldığında ise dikkati çeken unsurların başında, odasındaki çok sayıdaki afiş gelir. Yönetmen evin farklı noktalarındaki bu afişleri farklı açılardan defalarca gösterir. Bu afişlere dikkat edildiğinde, Türk tiyatrosunun tarihini kalın bir kitap olacak şekilde yazdığını söyleyen Aydın’ın rol yapan tavrı afişe edilir. Bu afişlerin bir kısmı duvardadır, duvardaki afişler: Shakespeare’in Antonius ve Kleopatra’sı, Albert Camus’nün Caligula’sı ve afiş üzerinde yazarı görünmeyen The Seagull’dır. Burada dikkat çeken, bir Türk aydınının Martı adlı tiyatro oyununun Türkçesini duvara asmayı tercih etme şansı olmasına karşın bunu tercih etmemesidir. Burada durumu daha da ilginçleştiren, duvarda görünür olan afişler ile daha az görünür olan yerdeki afişler arasındaki farktır. İsmi Türkçe olan afişler yerdedir.

Filmin henüz ikinci sahnesinde ise Aydın’daki rol yapan tavrı açığa çıkaran Timur’un etkisiyle Aydın internetten at satın almanın yollarını inceler ve kamera Aydın’ın arkasında yavaşça zoom in  yaparak Aydın’ın kafasının içine doğru yol alır. Kış Uykusu’nun Aydın üzerine bir film olduğunu ilk orada düşündürür. Yönetmenin filmin pek çok noktasına iliştirdiği görsel ayrıntılardan biri burada dikkat çekmektedir. Pencerenin önünde duran Aydın’ın yanı başında da bir afiş vardır. Afişte alt alta sadece şunlar yazılıdır: Muhsin Ertuğrul, Bir Ömür Tiyatro, 1892-1992.

Muhsin Ertuğrul’un Bir Ömür Tiyatro adında ne bir oyunu ne bir filmi vardır. Alttaki tarihler ise daha çarpıcıdır: 1892 tarihinin Muhsin Ertuğrul’un doğum tarihi olduğu doğrudur ancak 1992 Muhsin Ertuğrul’un ölüm tarihi değildir. Yönetmen Muhsin Ertuğrul’a atfedilen afişi, filmin ikinci sahnesinde ve filmin sondan ikinci sahnesinde bir kez daha toplam iki kez gösterir.

Burada yönetmenin iki mesaj vermek istediği düşünülebilir. Birincisi Muhsin Ertuğrul’un sinemamızı tiyatro estetiğine bağımlı kılmasına bir eleştiri, diğeri ise filmin gösterime girdiği
yıl olan 2014’ün Türk sinema tarihinin yüzüncü yılı olması. Bu tıpkı anlatmak istediği Aydın karakteri gibi hem kendi dilini geliştirmekten uzak hem de taklitçi bir sinemaya işarettir; üstelik gerçekten de Batı sineması kendi dilini, akımlarını aynı tarihlerde yaratırken Türk sineması, tiyatronun içinden çıkan ve tiyatroya öykünen filmler yapmakla meşguldür.

Buradan hareketle filmin, ‘Bir Aydın Tiyatrosu’ olarak isimlendirilebileceği çok açıktır. Kış Uykusu kendini her anlamda tiyatro olarak düşünmüş ve inşa etmiş bir filmdir.

Editör Notu: Bu yazı Erke Kesava tarafından kaleme alınan “Kış Uykusu Filminde Türk Aydını İmgesi” başlıklı yazıdan internete uygun olabilmesi açısından kısaltılarak eklenmiştir. Konuya ilgi duyanların daha detaylı çözümlemeler için çalışmanın aslını incelemeleri de önerilir. Tam metne buradan ulaşabilirsiniz. 

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu