Düşünmek suç, iktidar aleyhine düşünmekse çok daha büyük bir suçtur. Korku İmparatorluğu sizi izliyor…
George Orwell’in Stalin Dönemi Rusya’sı ile benzerlikler taşısa da esasen tüm totaliter rejimlere bir eleştiri barındıran romanından Michael Radford tarafından sinemaya uyarlanan Nineteen Eighty-Four; kendi iktidarını meşrulaştırmak ve ona güç kazandırabilmek adına toplumu her yönden denetleyen bir hükümetin portresi.
Senelerce iktidarda kalmanın da etkisiyle iyice güçlenen bu hükümet; bireyleri kontrol altında tutabilme amacını esas olarak üç önemli koldan yürütür: Cehalet, yurtseverlik ve kölelik. Bu bağlamda, bireyi kontrol edebilmenin en kolay yolu, ona sadece kendini meşrulaştıracak bilgileri vererek onu cehalet içerisinde bırakmak, zayıf bir yanını kullanarak ondan faydalanmak (yurtseverlik) ve bu yolla da ondan bir sistem kölesi yaratmaktır.
Bireylerin dış dünyada etki yaratıp yaratmaması önemli olmaksızın her türlü hareketi denetlenmektedir. Tamamıyla kontrol edilemeyen tek şeye, yani düşünceye en büyük tehlike gözüyle yaklaşılır. İktidar düşüncenin düzeni değiştirme gücünün farkındadır ve bundan öylesine korkmaktadır ki, düşünmenin önüne muhtelif engeller koyar.Düşünce polisleri, birer denetleme ve cezalandırma mekanizması olarak iş görür.
Düşünmek suç, iktidar aleyhine düşünmekse çok daha büyük bir suçtur.
Bunun yanısıra düşünmeyi fiilen engellemeye hizmet eden uygulamalar da söz konusudur: Bireylerin düşüncelerini dil aracılığıyla ifade ettikleri göz önüne alınarak, yeni söylem adı altında kullanılan dil gittikçe daha da daraltılmakta, sözcüklerin içi boşaltılmakta ve özellikle muhalefeti besleyen kavramlar sözlüklerden çıkarılmaktadır. Böylelikle iktidarın pekiştirilmesi yolunda iki ayrı amaç gerçekleşmiş olmakta; hükümet aleyhinde düşünebilmek neredeyse imkansız hale geldiği gibi düşünmeyi başarabilenler de akıllarından geçenleri başkalarına ifade edememektedirler.
Bir başka çarpıcı uygulama ise çift-düşün adı verilen ve tanımların muğlaklaştırılması yoluyla bireyleri yanıltmaya hizmet eden bir yöntemdir. Gerçeklerin değiştirildiği ve iktidar aleyhine olan tüm kanıtların “bellek deliği”nde yakıldığı kurum Gerçek Bakanlığı adını almakta, özellikle düşünce suçundan tutuklananlara işkence edilen kurumsa Sevgi Bakanlığı olarak anılmaktadır. Aynı yeni söylem uygulaması gibi çift-düşün yöntemi ile de, verilmek istenen mesaj mücadele edilmesi gerekenin esasında sözcüklere yüklenen anlamlar olduğudur. Güç odakları, sözcüklerin, söz öbeklerinin ve kavramların içeriklerini değiştirme yoluyla meşruluklarını sağlamlaştırmayı amaçlarlar.
Filmde söylenen “Savaş, barıştır; kölelik, özgürlüktür; cehalet, güçtür” sözlerinde de apaçık görülmekte olan bu husus, dilin düşünme üzerindeki etkisini ortaya serdiği gibi menfaatlerin onu nasıl şekillendirebildiğini de aleni olarak göstermektedir.
Medya da cehaleti besleyen önemli bir unsurdur. Sadece iktidar lehine haber yapılmakta ve gerçek olmayan istatistiki veriler halka sunulmaktadır. Çeşitli yöntemlerle düşünmesi zaten engellenen halk, sefalet içerisinde bir yaşam sürüldüğünü görmezden gelerek kendilerine verilen bu bilgileri sorgusuz sualsiz kabul etmektedir.
Bunların yanısıra, sadece var olan gerçekler değiştirilmemekte, aynı zamanda yoktan “iç ve dış düşmanlar” var edilerek (Goldstein ve Avrasya) hem meydana gelen tüm olumsuzluklar bu düşmanlara mal edilmekte, hem de iktidarın ve halkın tam karşısına konumlandırılan bu semboller çeşitli yollarla küçümsenerek yaratılan zayıf muhalefetten bile yararlanılmaktadır. Böylelikle muhalefetin iktidar karşısında ne kadar önemli bir güç olduğunun yanısıra işlevlerini yerine getiremediğinde esasen iktidara hizmet ettiğinin altı çizilmektedir.
Winston ve Julia, esasen muhalefetin iki ayrı yüzünü sembolize etmektedirler. Winston sorgular, düşünür; ancak sorumluluğu başkalarına -proleteryaya- yükler; yani içsel bir muhalif yaklaşımın simgesidir. Julia ise muhalefetini yasakları yıkarak ve kurallara itaat etmeyerek yapmayı tercih eder. Tek başlarına oldukları sürece iktidara karşı bir tehlike olarak algılanmayan bu ikili, bir araya geldiklerinde ve aşklarını yaşamaya başladıklarında ideal düzlemdeki muhalefet de gösterilmiş olunur: Muhalif; düşünen, sorgulayan ve bunları kendi hayatında pratiğe döken kişidir ve güç odaklarının karşısındaki en önemli tehlikedir. Bu nedenle Winston ve Julia yakalandığında polisin ilk iş olarak odadaki küreyi parçaladığına şahit oluruz: O küre, aslında Winston ve Julia’nın mahremiyetini, muhalif duruşlarını temsil etmektedir. İkisi yaka paça birbirlerinden ayrılarak gerek psikolojik gerekse de fiziksel şiddete maruz bırakıldığındaysa tüm bu muhalefet yıkılmış ve iktidarın önündeki engel kaldırılmıştır.
Halkın yurtseverlik duyguları kamçılanarak devletin birey için değil de bireylerin devlet için var olduğu algısı desteklenmektedir. Böylelikle halkın kendisine verilen yiyecek ve diğer ihtiyaç malzemelerine kanaat etmesi sağlanmakta, bireyler böylece kutsala -vatana – hizmet ettiklerinden bahisle kendilerini birer kahraman gibi hissetmekte ve kendilerine sunulanlar ne kadar azalırsa azalsın ses seda çıkarmamaktadırlar. Bu yaklaşım kendini iktidarın benimsediği tüm politikalarda gösterir. Halk, sadece üretmesi ve iktidarın sürekliliğini sağlaması gereken bir nesne olarak görülür. Bu bağlamda; iktidarın daima peşinde koştuğu ideal ne yalnızca para, ne de güçtür; iktidar esasen sadece ve sadece iktidar olabilmeyi ve iktidar olarak kalabilmeyi arzulamaktadır. Salt iktidar olabilmek, zaten sahip olunabilecek en büyük gücün simgesi olarak kabul edilmektedir.
Böylelikle düşünmesi engellenen ve bilinçsizleştirilen toplum, baskının etkisiyle bir korku toplumuna evrilmektedir. Bireyleri sindirmek, esas amaç olan iktidar yolunda sadece bir araçtır. Yatak odalarından tuvaletlere, iş yerlerinden sokaklara kadar her köşeye yerleştirilen tele ekranlarda ise Büyük Birader’in sert hatlı yüzü bulunmaktadır. Büyük Birader her yerdedir; her bir bireyin yaşamının her alanındadır. Bireylere gözlendikleri bilinçli bir şekilde hissettirilmekte ve böylece onlara hiçbir mahremiyet alanı bırakılmamakta, iktidar için var olduklarının altı bir kez daha çizilmektedir. Nasıl halkın yurtseverlik duyguları sömürülerek bundan menfaat sağlanıyorsa, “büyük abi” yakıştırmasının sürekli vurgulanmasıyla da halk ile iktidar arasında gerçek olmayan, ailevi bir sevgi bağı kurgulanmakta ve toplumun bu yolla kendini Büyük Birader’e ait hissetmesi sağlanmaktadır. Büyük Birader; aslında sistemin ta kendisidir.
Bir sonuca bağlamak gerekirse; “Geçmişi kontrol eden, geleceği; şimdiyi kontrol eden, geçmişi kontrol eder” sözleriyle açılan film; insanın güç sahibi olma güdüsüne eğilmekte ve iktidar arzusunun saplantı haline geldiği bir toplumda kitlelerin uyuşturularak bir araca dönüştürülmesini işlemektedir. Bu saplantılı amaç doğrultusunda iktidar geçmişi yeniden kurgulayarak kendi aleyhine olan tüm gerçeklerden yalanlar yaratır, topluma milliyetçilik aşılayarak onun bu zaafından faydalanır ve devleti için çalışıp üretmesini yurtseverlik motivasyonu ile sağlar. Saptırılmış haberlerin, cılız muhalefetin ve bireysel zaafların güç odaklarının ekmeğine yağ sürdüğünün böylece altını çizen Nineteen Eighty-Four; özgürlüğün önemini ve ne anlama geldiğini yüzümüze sertçe vuran, evrensel nitelikte bir film.
Tuba Kabasakal
Dünyalılar