“Körler ülkesinde görmek suçtur” demiş Cenap Şehabettin. Bu özlü söz, tam olarak ona mı ait bilemiyorum, ama anlamı gerçekten hayli ibret verici.
Körler elleriyle görürler, sezgileriyle tutunurlar hayata.
Körler arasında görmenin ne demek olduğunu en iyi şairler bilir.
Sanırım en çok Puşkin’dir şairleri peygamberlik, yani bir tür kahinlik vasfıyla donatan.
Jose Saramago dünyaca ünlü bir edebiyatçı. Körlüğü ve görmeyi, bir tür alegori ve metafor ustası olarak en özgün ortaya koyanlardan biridir.
Bilmem “Körlük” ve “Görmek” adlı kitaplarını okudunuz mu?
Bugün ülkemizin içinde bulunduğu durumu anlamak açısından benim önereceğim, sizin ise zaman ayırmaktan memnun olacağınız iki eser.
“Körlük”, arabasıyla ışıklarda bekleyen birinin yeşil ışığı beklerken, birden kör olan bir adamın duyduğu korku ve çaresizlikle başlar. Adamın yardımına giden hırsız ve bu iki adamı tedavi etmeye çalışan doktor da kör olur bu esnada. Bu körlük öyle bir hale gelir ki, bulaşıcı bir hastalık gibi hızla yayılır toplumda. Yalnızca göz doktorunun karısı hariç, herkesin kör olduğu bir dünya vardır karşımızda. Ölümler, silahlı-külahlı çeteler ve açlık-yoksulluk… İnsanlar gitgide şaşkınlaşır, onurlarını kaybetmeye başlarlar.
Diğer roman “Görme”.. sanki bu romanın devamı niteliğindedir. Seçimlerin yapılacağı bir şehirde başlar hikaye. Seçim günü bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaktadır. Önce kimse oy kullanmaya gitmez, öğleden sonra herkes oy vermeye koşar. Sandıklar açılınca, kullanılan oyların büyük çoğunluğunun boş olduğu görülür. Güneşli bir günde tekrar seçime gidilir, kullanılan oyların yüzde 83’ü yine boş çıkar.
Bu salgın diğer şehirlere yayılmasın diye önlemler alınır, soruşturmalar başlatılır. Suçlu ‘Körlük’ salgınında gözlerini kaybetmeyen tek kişi olan doktorun karısı olarak görülür.
Bizdeki derin devleti andıran organizasyonlara, birtakım operasyonlara başvururlar.
Tâ ki halkın sessizliği bozulana kadar…
Osman Günay