Bir bakmışlar ki hızla silinmiş yeryüzünden savaşlar. Bombaların düştüğü yerler papatya tarlasını dönüşmüş. Çocuk mezarları yerine göz alabildiğince uzanan çayırlıklar , tecavüze uğrayıp katledilen kadınların mezarların yerlerinde gelincik tarlaları varmış.
Hiç masallarda peri kızı oldunuz mu? Ya da beyaz atlı yakışıklı bir prens. Nedir masal? Hayaller mi? Yoksa hayal kurmamızı öğreten hikayeler mi? Bir hayal ile başlamamız mı her şey?
Ya Simone de Beauovir kadınların erkekler ile eşit olduğunu hayal etmeseydi. Ya da Amelia Earhart kadınların uçak kullanamayacağını öne sürenlere inat Atlantiği geçmek fikri hiç aklına gelmemiş olsaydı ne olurdu sizce?
Hayal kurmak bu kadar önemli iken, bize bunu öğreten masalları yok saymak, önemsememek olur mu?
Hayallerimizi yok edenlere ve çocukluğumuzu çalmak isteyenlere inat, bende baharı karşıladığımız bu günlerde bir hayal kurdum ve bir masal yazdım dilimin döndüğünce.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken…Ben bağda üzüm bekler, derede odun yükler iken,
Bir varmış bir yokmuş… Masalın yalanı mı olurmuş.
O yalan bu yalan, fili yuttu bir yılan…
Bu da mı yalan? derken; sabahleyin erken, keçiler koyunları tıraş ederken, tahta kurusu saz çalar, sıçan cirit atar iken, çıkmış bir kocakarı ortaya…
En sonunda açmış ağzını yummuş gözünü. Bir laf etmiş, bir laf etmiş…
Bakalım ne laflar etmiş…
Çok uzak diyarlarda adının ne olduğu önemli olmayan bir ülke varmış. Bir gün baharın habercisi cemre bu ülkede insanlığa düşmüş. Önce beyinlerine sonra kalplerine ve sonra ruhlarına.
Bir bakmışlar ki hızla silinmiş yeryüzünden savaşlar. Bombaların düştüğü yerler papatya tarlasına dönüşmüş. Çocuk mezarları yerine göz alabildiğince uzanan çayırlıklar , tecavüze uğrayıp katledilen kadınların mezarlarının yerlerinde gelincik tarlaları varmış.
Burada yaşayanlar kumsalda gözlerini kapatıp dalgaların sesini dinler iyot kokusunu ciğerlerine doldururlarmış. Gözlerini açınca kumdan kale yapan çocukların şen kahkahalarını duyar, mutlulukla oynadıklarını görürlermiş, çocuk cesetlerini değil. Ufuktan hücum botlar, savaş gemileri hiç geçmezmiş, güzel bir kadın gibi işveli ve nazlı yelkenliler, yolcularını keyifle uzaklara taşıyan yolcu gemileri görünürmüş sadece.
Çocuklar keman, piyano çalar, kitaplarını okur, mutlulukla yaşarlarmış. Okullarının duvarlarına keyifle resimler yaparlar, cesetleri buzdolaplarından çıkmazmış hiç.
Ormanları varmış bu ülkenin, renk renk çiçeklerin açtığı, göllerin, akarsuların, şelelerin olduğu, bin bir çeşit böceğin yaşadığı ormanlar. Biber gazı kokmazmış hiçbir zaman. İnsanlar ağaçlara bekçilik yapmazlarmış. Boz bulanık üniformalı askerler yerine dağ keçileri görürmüşsünüz her daim ya da fındık kıran minik bir sincap. İnsanlar ormanlara sadece piknik yapmak, doğayla baş başa kalmak için giderlermiş.
Çalmak, çırpmak, dolandırılmak, tecavüz, çocuk gelinler, savaş, ırkçılık, top, tank, tüfek, şehit, TOMA, biber gazı, nükleer enerji, GDO silinmiş sözlüklerinden. Hatta burada yaşayanlar tarih kitaplarından okuduklarını hayretle anlatırlarmış birbirlerine. İnsanlar şaşırırlarmış duydukları zaman bu zulmü ve işkenceyi. Bir anlam veremezlermiş olan bitenlere.
Gençler dağlara kamp kurmak için tırmanırlarmış sadece, ellerinde tüfekleri yerine bisikletlerini, sırt çantalarında özgürlüğü taşırlarmış.
Kadın erkek demeden istediğin gibi giyinir, istediğin gibi yaşar ve istediğin saatte sokaklarda gezermişsin. Kimse kimseye karışmazmış. Hiç kimse seni dininle, dilinle, renginle, düşünce tarzınla, yaşam biçimle yargılamazmış. Sadece doğru insan olduğun için severler ve saygı duyarlarmış.
Mendil satan çocuklar yokmuş bu ülkede. Çocuklar bahar geldiğinde, sokaklarda sümbüller, laleler, zambaklar dağıtırlarmış herkese. Mutlulukla gülümsesin insanlar ve baharın gelişi umut getirsin diye. Bir yerden bir şey toplamak deyince akla çöpten kağıt toplamak gelmezmiş kimsenin aklına, herkes ağaçtan meyve toplamak olarak düşünürmüş.
Ayakkabı boyayan, simit satan çocuklar yokmuş bu ülkede. Çocuklar sadece şövaleler, paletler taşırlar, göldeki ördekleri beslerlermiş o minik elleriyle.
Gazetecileri, yazarları, sanatçıları istedikleri gibi konuşurlar, tartışırlarmış. Hiç cazaevi yokmuş bu ülkede. Çünkü boş kaldıkları için hepsi bir bir okullara dönüştürülmüş.
Bu ülkenin fakiri zengini yokmuş, herkes eşit herkes tokmuş.
Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma düşmüş, biri özgürlüğe, biri barışa, diğeri sağlığa.
Evvel zamanda…Fakirler handa:
Beyler de konağında yaşarmış.
Buna öfkelendim,
Bir hayli söylendim,
Aldım başımı çıktım dışarı.
Görmeyin gidişimi,
Bakmadan sağa sola,
Düştüm bir yola.
Az gittim, uz gittim,
Dere tepe düz gittim,
Çayır çimen geçerek,
Arpa buğday biçerek,
Soğuk sular içerek,
Altı ay bir güz gittim.
Yürüdüm, yürüdüm,
Vardım bir bağa,
Daldım bir konağa,
Vay sen misin dalan,
Kimi kolumdan tuttu,
Kimi bacağımdan,
Attılar beni bir dağa,
Zoruma gitti.
Başladım ağlamaya.
Karşıma çıktı bir derviş,
Derviş amca dedim:
Bu ne iş?
Kuru idim ıslandım;
Sel beni neyler?
Bulut oldum uslandım,
Yel beni neyler?
Vay gidi dünya,
Kimi güler, kimi söyler.
Kulak verin bu masala,
Keloğlan ne iş tutar, ne eyler.
Aşkı, sevgiyi, kardeşliği, barışı, dostluğu yaşatalım ve yeşili, doğayı, hayvanları sevelim onları yok etmeye çalışanlara inat.
Hepimiz birer masal yazalım mı ne dersiniz?
Havva Duru
www.dunyalilar.org