(Okuyucuya not: Bir bardak çay alın kendinize. Mümkünse tarçınlı)
Düşünme zamanı. Bu yazıyı okurken çevrenizde yer işgal eden ve size ait olan eşyaların ne kadarı size anlam katıyor? Fi tarihinde bir zamanda aldığınız, x kişisinin hediye ettiği, hatta nasıl sahip olduğunuzu unuttuğunuz o eşyalar ne zamandır orada? Oysa, o kadar da para verilmişti ona…
Gardırobunuzda duran ve aylardır giymediğiniz onca kıyafet. Evin kütüphanesini süsleyen, 9 sene önce aldığınız ve muhtemelen okumadığınız kitap. Mutfağınızdaki bin bir parça yemek takımları. Bilgisayarınızda varlığını unuttuğunuz dosyalar. Akıllı telefonunuzun kapasitesini işgal eden uygulamalar. itunes ununuzda yıllardır dinlemediğiniz müzikler. Alıp izlemediğiniz yada bir kez izleyip kenara koyduğunuz DVDler…
……..
Pareto ilkesi. Ekonomistler dışında ismini duymadığımız ama yaşamın her adımında karşımıza çıkan 80-20 ilkesi. Kıyafetlerimizin %20 sini, zamanımızın %80 inde giymekteyiz. Arkadaşlarımızın %20 si ile zamanımızın %80 ini geçirmekteyiz. Teknolojiye gerek duyduğumuzda sahip olduğumuz araçların %20 sini, ihtiyacımızın %80 i için kullanmaktayız.
Bu ilkenin bize kattığı; sahip olduklarımızın %80 (yazıyla yüzde seksen) ini muhtemelen kullanmadığımızı hatta onlara ihtiyacımızın olmadığını fark ettirmesi. “Belki lazım olur” diyerek aldığımız, bizi mutlu ettiğine inandırıldığımız fazlalıklar. Oysa ki, onlara sahip olabilmek için ne çok vakit geçirmiştik masa başında. Patronumuzun “bu işi bitir” sözünü yaşam felsefesi edinip, “o işi” ilkokuldaki aşkımız gibi günümüzün merkezine oturtuşumuz daha dün gibi.
Ve yine dün daha çok harcayabilmek, daha çok kazanabilmek, en güçlü (koskocaman-en büyük-süper güçlü) olabilmek için daha çok çalışmamız gerektiğine inanıyorduk. Kariyer dedikleri bir hedefimiz vardı önümüzde. Oysa, dün topu topu 24 saatti. Artık bugün oldu. Bugün de 24 saat.. Neden değişmiyor ki. Değişse keşke. Daha çok çalışabilmek, en çok kazanabilmek için daha fazla vaktimiz olsa keşke.
Üzgünüm. Güneş sisteminde toprak kaymadığı sürece, o süre değişmeyecek. Ve sen o süre içinde sana verilen talimatları uygulamaya devam edeceksin. Her geçen gün daha fazla borçlandığını, daha fazla sorumluluğun içine düştüğünü fark etmeden.
Vazgeçme fırsatıdır, minimalizm…
Vazgeçme zamanıdır, minimalizm…
O, bugün öğrendiğin, tümdengelimci yaklaşımla kurallarına uymak zorunda kaldığın bir din öğretisi değil.
O içinde yaşayan tanrı. O vardığın tüm. Şimdi ona isim koyuyorsun. Ben zaten bunu düşünüyordum ki diyorsun. Ahh keşke şu ev kredim olmasaydı. Kredi kartı taksitine çok kızacaktım ama evin duvarındaki kocaman full-extra-ultra hd tv çok güzel oldu. Şimdi o film artizlerini izlemiyor, onlarla beraber yaşıyorum.
İçinde olduğun illüzyonu farket. Sen, olmanı istedikleri kişi haline getirilmiş, hayvansal gereksinimlerini unutmuş kurbansın. Sistem seni bu halinle seviyor. Eşin seni bu halinle seviyor. Seni öpenler ya da yerenler bu halinden memnun.
Uyan. Ockham’ın hakkını ver. Basit yaşa.
Unutma ki, kütüphanen de sergilediğin yüzlerce kitap seni kültürlü bir entelektüel yapmaz (görmemiş yapması daha muhtemel). Fazlalıklarını paylaş. Sat. Bağışla. Hediye et. İşte o zaman kitaplar anlam kazanacak. İşte o zaman sen anlam kazanacaksın.
Okuyucuya not: Minimalizmi uzun gereksiz cümlelerle tarif etmeye çabalamak, “hadi ordan” demelik bir ironi yaratıyor aslında. Bu sayfalarda yazan-yazacak olan her şeyin özeti; minimalizm, yaşamınıza anlam katanlar ile yaşayıp, dışarıda kalan tüm fazlalıklardan kurtulmaktır. Okuduğunuz diğer her şeyi silebilirsiniz hafızanızdan.
Kaynak: http://minimalistimben.blogspot.com.tr