Yaşam

Ne Mutlu Modern Türk Erkeğine (!)

Sevişmek ayıpsa okumayın. Bunu konuşmak ayıpsa yine okumayın. Vaziyetimizle yüzleşmeye biraz hazırsanız; afiyet olsun!

28 yaşında bir erkek. Türk. Beyaz yakalı. İstanbul’da yaşıyor. Deyim yerindeyse Anadolu’nun bağrından kopup gelmek ona tam denk düşüyor. Onun farkı diğerlerinden biraz daha şanslı olması. Daha zeki, daha yetenekli ve rakiplerinin farkında.

Dolayısıyla da genç yaşında sosyoekonomik ve sosyokültürel anlamda bağlılıklarını aşarak bir sıçrama göstermiş geçmiş hayatından. Zihinsel anlamda da aidiyetlerinin tabularını kırmış diyebiliriz. En önemlisi hırsı, azmi ve inadı ona ekonomik rahatlığı sağlayarak sınıf atlatmış. Şimdiden “yeni orta sınıf”a dâhil. Uzun bir sohbet ettik. Ama bu sefer daha derin.

Modern Erkeğin İdeal Kadını

İdeal kadını tanımlar mısın? Diyorum. Sevişmek için mi? Evlenmek için mi? Diye soruyor.

Çok yabancı ya da beklenmedik bir tepki değil. Yabancı ya da beklenmedik olmaması onu doğrulamıyor elbette. Yanlış bir davranış biçimi varsa ortada onu reddetmek gerekir. Toplum bağımsız fikirleriyle yekûn bir yapı değildir. Toplumun yargı mekanizmaları sürü psikolojisi ve ‘hehe’cilikten oluşmuyor mu zaten?

Sürü psikolojisi bildiğimiz bir şey. Bunun için hayvanları gözlemlersek minimalize edilmiş halimizi görebiliriz. Koyunlar, karıncalar vs. Keza zaman zaman insan aklının bir durumun yanlışlığını süzdüğünde ve yanlışlığına karar verdiğinde bile “çoğunluk” yanlışı doğruladığı için onun ardından gitmeye devam eder. ‘Körü körüne’lik ayrı. Bunlar galat-ı meşhurlarımıza benzer hallerimiz. ‘Hehe’ciliğimiz ise kolayı sevmemiz. Bir ideal tipi seçip, o ne derse doğrudur nasılsa diyerek aklımızın gözlerine bin yıllık zift karası sürmeler çekişimiz. Konumuz toplum değil, konumuz aslında daima toplum. Uzatmayalım, bu yazıda toplumun bir bireyinden yola çıkarak bir zihniyet sunmaya çalışacağız. 

Aşinayız sokakta “mini etekli, kırmızı  ruj sürmüş, topuklu ayakkabı giymiş” kadını “bakış”larıyla taciz eden erkeklere. Bakar, süzer, izler, takip eder, peşine düşer. Hükmeder. Bakmak sanki “öz”ü itibariyle erkeğe aitmiş gibi sineye çekeriz, bazen çekmeyiz. Bunu ise limitler belirler. Otobüste hiç “pandik” yememiş çok az kadın vardır. Sorun soruşturun. Çok kadın bunu etkileşim alanlarının yoğun olduğu mekânlarda yaşamıştır. Bir çarşıda mesela, herhangi bir pazarda, yolda yürürken bir ara sokakta, konserde, otobüste… Hadi ama kadınlar, hiç mi başınıza gelmedi? Geldi değil mi? Geldi ve sustunuz. Çünkü konuşsaydınız günah yine sizindi. Çünkü siz muhtemelen erkekleri cezbetmek için toplumun “normal”inin dışında bir kıyafet giymiştiniz. Rujunuz, ojeniz, saçınız, başınız da cabası. Belki erkeklerin her şekildeki ufak bir detayla insanlıktan çıkmasını kışkırtacak bir şey giymemiştiniz ama baktınız. Cilveyle baktınız muhtemelen. Haşa! Bakmak erkeğin. Kadın, erkeğe bakıyorsa “gel” diyordur. Taciz et diyordur. Öyle ya.

Toplumun Vicdanı Ana Rahminden Ölü Doğdu

Bakmayı erkeğe, bakılan olmayı ise kadına biçen toplum erkeği doğruladı. Kadın baktırmak istemezse baktırmaz dedi bir çırpıda. Çünkü toplumun vicdanı ana rahminden ölü doğdu. Kadın taciz edilince sustu. Susmadığında erdemsiz oldu. Lekeli oldu. Ellenmiş oldu. Hiçbir şey yapmamış olmasının anlamı olmadı. Zaten bu hiç sorulmadı. Diyelim ki kadın toplumun merhametli yanına rastladı. Olabilir. Toplumumuzun, merhamet ve vicdansızlık arasında ara renkleri olmadığı için bu sefer de incir çekirdeği dolmadan ya da dolar mı bilemedim kadına “pandik” atan erkeği eşek sudan gelinceye kadar dövdü, yetmedi öldürdü. Oh iyi mi oldu? Adamın canı çekti n’apalım? Ahlak bekçisi kesilip canına mı kıyalım? Namusu mu insan canını mı yabana atalım? Hem bir şey yapmazsak “erkek”liğimize leke sürülmez mi? Laf gelmez mi? O zaman her zamanki film başlasın: Üç maymun! Kadın sustu çünkü “vurun kahpe”ye deyip taşlayabilirdi onu toplum. Adam gayet efendi efendi duruyor kaymamıştır eli bunca kalabalık arasında gidip de bir kadının iki bacak arasına. ‘Kaydıysa’ya mahal yok.

Toplum vicdansız, kör. Erkek bakan. Kadın bakılan. Erkek yolda, bilmediği, tanımadığı kadına baktı. Utangaçça, aşkla veya masumane değil; arzuladı. Olamaz mı? İnsani bir duygu. Ama şehvetle baktı. Kadın bundan hoşlanadabilir. Ama öyle olmadı. Kadın rahatsız oldu bir küfür patlattı. Dedikodu eli kulağında: Ne pervasız ne aşifte kadın! Sonra toplum da baktı kadına. Önce kıçına sonra başına. Ne giymişti de ayartmıştı kim bilir? Buldu, bulamadı, bir şeyler uydurdu. Nihayetinde erkek yine kazandı.

Kazanıp durduğu için erkek, yeni yeni alışkanlıklar edindi: Yolda gördüğü kadına bakmak gibi, ellemek gibi… Sonra erkeğin zihninde kadın üzerine bir tipoloji daha gelişti ve kadın ikiye ayrıldı. Yolda bakılacak kadın. İleriye götürenler buna sevişilecek kadın dedi. Bu kadınlar güzel ve seksiydi ama evlenilmezdi. İsteme hakkı, karar hakkı erkeğe aitti ve o istediği kadını tanımladı. Güzel bir vücudu olmalıydı, kaşı, gözü, göbeği, kalçası vesaire vesaire detaylarıyla onu kafasında yarattı, onayladı, uyguladı. Diyelim ki: Erkeğe yolda gördüğü, beğendiği kadınla “git evlen” dedin: Ne münasebet! Bu kadınla nasıl evlenilir. Aile ne der? Elalem ne der? Konu ne der? Komşu ne der? Dedikodular mahallede gırla gider. Evlenilecek kadın da çoktan belliydi çünkü. Çok konuşmayan, sorun çıkarmayan, çok güzel olmasına gerek yok ama çirkin de olmayan, tatminkâr, edepli, sağlıklı genlere sahip ki sağlıklı aslan oğullar, asker oğullar…

Erkek sevişmek istediği ve evlenmek istediği kadını işte böylece ikiye ayırdı ve tanımladı. Kadının zaten sevişmek isteyeceği erkek diye bir şey zaten yok, olamaz. Bu özgürlük sadece erkeğe ait yedi göbekten. Yaptıkça kahraman yaptıkça erkek. Kadın ise yaptıkça fitne, fücur.

Bazı erkekler erkeğe has bu davranış biçimlerini -kendileri böyle yapsın veya yapmasın- işte böyle anlatıyorlar: Türk erkeği bakar ama yolda baktığı kadınla evlenmez diyorlar, diyebiliyorlar. Kimileriyse kendi algısıyla sevişmek isteyeceği kadını tanımlayıveriyor. Şöyle olsun, böyle olsun, öyle olmasın diye.

Kafası mı karışık, ikiyüzlü mü?

O zaman Türk erkeği ikiyüzlüdür diyebiliriz. Tabii ki çok iddialı ve sadece bir genelleme. Ama değil de diyemeyiz. Aslında Türk erkeğine ait olarak benim kafamı kurcalayan asıl özellik: Çelişkileri! Türk erkeği geleneklerle kuşatılmış ataerkil bağlarını bir türlü yırtıp aşamamakla birlikte modern hayata ardılıyor. Buralarda bir yerlerde de sıkışıp kalıyor. İşin esası bu. Örneğimize dönecek olursak; ideal kadını sorduğumuz Türk erkeği: “Sevişmek için mi evlenmek için mi?” diye soruyla cevap verip ertesinde ikisini de anlatmasını istediğimizde ikisini de ayrı ayrı anlatırken sohbetin bir başka bölümünde ise şöyle söylüyor: “Beni kadının geçmişi ilgilendirmez. Huzur veriyorsa, seviyorsam hayat kadınıyla bile evlenirim.” Burada ise geleneklerden sıyrılmış, özgür ve modern bir zihniyetle karşı karşıyayız. Peki, ideal kadını tek parça görmeyip ikiye ayıran faşist akla ne oldu?

Elbette Türk erkeği denen kimlik çok geniş bir kümeyi kapsadığı için bu kadar kolay tanımlayamayız. Ama açık olan bir şey vardır ki; bugün Türkiye’de Türk erkeği çelişkileriyle boğuşmaktadır. Annesi, yengesi, ablası ya da kısası ataerkisi bu erkeği evleneceği kadını seçeceği zaman orasından burasından çekerken; erkeğin kendini adadığı hayatı, duygularını, aşkını (Aşk çok soyut bir kavram, burada erkeğin akıl ve kalp bütünlüğüyle bir ömür hayalini kurduğu kadına duyduğu his anlamında yer verdik.) hiç hesaba katmamaktadır. Erkek ikilemde kalmış, çabalamaktadır. Kafasında edinimler vardır. Bir de tecrübe ettikleri. Edinimler anneden aktarılanlarla biçimlendirilmişken kendi tecrübeleri bambaşka yerlere düşmektedir. Kimlik bölünüp, parçalanmaktadır. Hiçbir şey o kapalı fanusların (ev, aile) içinde konuşulduğu gibi değildir. Hayat kadını kötü müdür? Belki de değildir. Modern hayatın içinde yıpranmış, parçalanmış milyonlarca kişilik ve kimlikle karşılaşıp, aldatılıp, terk edilen ve neticede yorulan erkek artık sadece huzur aramaktadır. (Huzurdan herkes farklı şey anlayabilir.) Topluma yerleşmiş namus değerlerinden kendini sıyırmıştır ama zaman zaman yine boşluğa düşüvermektedir. Onun sevişmek istediği bir kadın tipi vardır ve onu karısı olarak düşünememektedir. Karısı olarak düşündüğüyle ne yapmayı hayal etmektedir? Hepsi bir arada mümkün değildir erkek zihni için. Belki de sağlıklı cinsel hayatı olan evlilikler çok az olduğundan. Evlilik evliliktir. Kutsaldır. Seks hakkında konuşulmaz. Seks ise ayıp, tüü, kaka. Ama erkek buna çok da düşkündür? Aldatmak? Eşi bunu karşılamıyorsa evet olabilir? Eşi tatmin oluyor mudur? Umurunda mı? Olmuyorsa kadın eşini aldatabilir mi? Haşa!  

Bugün Türkiye’de ‘Modern Türk Erkeği’ ikiyüzlü mü bilemem ama kafası bir hayli karışık.

Gülsünay Uysal

http://www.gulsunay.com/

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu