Yaşam

Ofislerde Dolaşan Bir Kabus

Kariyer mücadelesi, ofislerde dolaşan bir kabusu hayatlarımızın ortasına bırakıverir. Kabusun adı, problemli orta düzey yöneticilerdir!

İnsanın hayatına sonradan girip, bir daha hiç çıkmayacak gibi yapışan sorunlu yöneticiler, kariyer yarışının en bunaltıcı hediyesidir.

Bin tane eğitim almalarına rağmen, etrafındaki insanları dinlemeyi, onlara gerçekten değer vermeyi bir türlü öğrenemezler. İnsana ‘‘Liderlik doğuştandır!’’ dedirtirler. Genç çalışanların gelecek hayalleri, heyecanları, ‘‘müdürün müdürü’’ olma peşindeki bu sığ görüşlü yöneticilerin elinde törpülenir; can sıkıcı uyarılara, kaba davranışlara, sorun karşısında yalnız kalmalara sıklıkla mağruz kalırlar.

Bu yöneticileri, üst yönetime kendilerini hoş gösterecek kıvrak yetenekleri ile sabahları ofislerinde ışıldarken görebilirsiniz. Ayak üstü laf alma üstadı olmaları ve askılık olarak kullanabildikleri gülümsemeleri (öncesinde hiçbir şey olmamış gibi) onları ele veren ortak özellikleridir.

Sosyal medya melekleri

Bir iki adım daha önde olabilmek için, gündüzleri çaktırmadan diğerlerinin üstüne basmaya çalışırken, akşamları sosyal medyada kanat takıp, beylik özlü sözler paylaşırlar. İç yüzlerini bilen biri tarafından nasıl da sahte göründüklerini asla fark edemezler.

Sık görülen bu az gelişmiş yönetici profili, tehlikeyi hissettiği anda seri hareket eder, yangın merdiveninden nasıl kaçacağını ezbere bilir. Sorun anında sizi ortada dımdızlak bırakır. Diğer yandan üst katta bir kutlama varsa, en hızlı giden asansöre tek başına binip, kapılar kapansın diye durmadan düğmeye basan kişi odur. Hayatı, hırs zehirlenmesi içinde, ucundan gösterilen havucu yakalamaya çalışmakla geçer.

Onlar, ofislere dağılmış durumda ve her yerdedir. Çekilmez bir ruh hali ile plazalarda dolaşırlar. Her sabah, ‘‘Ayaklarım geri geri gidiyor,’’ diyerek ofisin yolunu tutan, cuma öğle sonrasına kadar neşesi yerine gelmeyen gençlerin korkulu rüyalarıdırlar. Evet, kabus kıvamında rüyalara girme özellikleri vardır.

Pek çevreleri yoktur. Akşamları Avm dışında nereye gideceklerini bilemez, hep aynı formatta giyinirler. D&R’ ın ‘en çok satanlar’ bölümündeki kitaplara bakmakla yetinirler.

Böyle böyle günler aylar geçer. Sonra güzel bir oteldeki liderlik eğitimine katılmak için, haber vermeden ortadan kaybolurlar. Bir hafta gözükmezler. Orada bol bol idealler, olması gerekenler konuşulur. Eğitimin sonunda, neler öğrendiklerini renkli kalemlerle büyük kağıtlara yazarlar. Sonra da tek tek sahneye çıkıp ‘‘nasıl daha iyi birer yönetici olacaklarını’’, gruba anlatırlar. Kendi kendilerine sözler verirler. Diğer ideal yönetici adayları tarafından alkışlanırken, akıllarında köprü trafiğine takılmamak için erken çıkmak vardır.

 Sorunlu yöneticiler, paranoyak bir patron rolüne bürünürler.

Eğreti burjuva refleksleri ve nobran davranışları dikkat çeker. Diğer yandan, şirket, çalışanlarına bir eğitim vermek istese, gönüllü iç eğitmen olarak ilk başvuran onlardır. Çalışanları ‘‘oyunda tutmaya’’ (bu tür karton ifadelere bir başka bayılırlar) yarayan cümleleri çok iyi sıraladığını düşünür ve meziyetmiş gibi diğer müdür arkadaşlarına bu marifetlerini anlatırlar.

Bu yöneticiler, garip bir şeklide işçi/çalışan olduğunu unuturarak kendileri dışındaki herkesin şirkete zarar verebileceğini düşünen bir paranoyak patron rolüne bürünürler. Mesela üstüne vazife olmamasına rağmen, daha az maaş ile daha çok çalıştırmanın yollarını arar dururlar.

Hiç sorun duymadan, en iyi iş sonuçlarının önlerine konulmasını beklerler. Böylece, nasıl da ‘’başarılı olduklarını’’ yöneticilerine anlatma fırsatı bulurlar.

Çalışmayı yapan kişinin ismini silip, kendi yapmış gibi sağa sola e- posta atarlar. Sonra da ekip çalışmasının öneminden bahsederler! İnsanın gözünün içine baka baka, yüzeysel düşüncelerini kabul ettirmeye çalışırlar. Yönetmeye başladıkları işlerin verimi, ilk günden düşüşe geçer. Gerekli vizyona, derinliğe sahip olmamaları, problemin kaynağıdır zira.

İnsan Kaynakları departmanları ise, gençleri bu törpülenme sürecinden koruyabilmeye yönelik X,Y, Z, W gibi kuşakların önemini vurgulayan projeler hazırlar. Ancak en fazla bunların çıktısını alabilirler ve değişen sadece güzelleşen sunum formatları olur.

Çıkış umudunun bir yansıması: Burada yaşananları patron bir duysa

Oysa problemli yöneticiler karşısında, şirketlerin yapması gerekenleri sıralamak ile, çok şeker yerseniz kilo alırsınız demek arasında pek fark yoktur. İnsan odaklı olmak isteyen her şirket, ne yapması gerektiğini az çok bilir. Etrafta insanları kırıp döken yöneticiler dolaşıyorsa, şirket bu durumun mutlaka farkındadır. ‘‘Burada yaşananları patron bir duysa…’’ şeklindeki dertleşmeler çalışanların yüreğine biraz su serpse de dertleşmeden öteye geçemez. Sadece çıkış umudunun bir yansımasıdır.

 Zihni sinir tavsiyeler

Neredeyse her çalışan, problemli yöneticiler eliyle bu yıpratıcı süreçten geçer. Karşısında en fazla, sorunlu durumu normalleştirmeye yarayan bir takım ‘‘zihni sinir tavsiyeleri’’ bulabilirler; yöneticiyi yönetme eğitimleri, zor kişiliklerle çalışma kılavuzları gibi…

Çalışanların yaşadıkları ne normaldir ne de sorunlu olan kendileridir. Diğer yandan, konuşarak sorunu çözmeye çalışanlar için durum içinden çıkılmaz bir hal alır. Böylesi zamanlarda (sorunların açıkça konuşulma riski baş gösterdiğinde) ‘’önleyici’’ başka bir sinsi düşünce hızla devreye girer. Bu, ‘‘İş hayatındaki sorunlar, konuşulmadan çözülür!’’ söylentisidir. Böylece işlerin kesintisiz devam etmesine yarayan ‘’sessizlik’’, kalın kafalarca sağlanmış olur. Gerçeklere yönelik en fazla dolaylı ifadeler kullanılır. Çünkü ‘‘işler aksar korkusu’’, her şeyin önüne geçer.

Fark etmenin güçlendiren yanı

Samimi duygulara sahip insanlar, kariyer dünyasına uyum sağlamakta zorlanırken, samimiyetsiz yöneticiler, hayatın tadını kaçırırlar.

Ancak çalışanların tüm bu sürecin farkında olmaları gerekir. Kendini değersiz hisseden kişilerin, biraz yetki ve ödül karşısında, baştan çıkabileceğini unutmamaları, hatayı kendilerinde aramamaları gerekir. Yalnız değillerdir! Can sıkıcı durumlar karşısında böylelikle güçlenebilirler. Ne de olsa, farketmenin özgürleştiren bir yanı vardır.

Bu konudaki son sözü Roma İmparatoru Marcus Aurelius’a bırakalım. Roma’yı yönetirken, bir gün kendisi için tuttuğu deftere şöyle yazar: ‘‘Biraz zaman geçsin, her şeyi unutacaksın. Biraz zaman geçsin, her şey seni unutacak.’’

Fırat Devecioğlu

https://www.facebook.com/firatdvcgl/

https://twitter.com/firatdevecioglu

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu