Yaşam

Önce Masumiyetimizi Yitirdik Sonra Nezaket ve Hoşgörümüzü

Şöyle bir özgüvenimiz var kendimize, hatta özgüvenden öte kendini beǧenmişliǧe kadar uzanıyor. Birisiyle tartıştıǧımızda, kendi düşüncelerimizi söylemekten çok, karşıdaki insanın düşüncelerini deǧiştirmeye şartlanıyoruz. Böylelikle aslında tartışmayı daha baştan kaybetmiş oluyoruz. Tartışmanın bir kazananı da yok aslında. İnsanlar, birbirlerinin düşüncelerinden etkilenirlerse, zaten doǧal olarak etkilenirler. Ama şartlanmışlıkla ve karşıdaki kişinin düşüncelerini deǧiştirme amacıyla yapılan bir tartışma, kısır döngüden başka bir şey deǧildir. Karşımızdaki kişi, bizim düşüncemizi onaylamadıǧında onu dogmatik olmakla suçluyoruz. Kendimizi ve düşüncelerimizi o kadar beǧeniyoruz ki, karşıdaki kişi düşüncelerini deǧiştirmezse o dogmatik oluyor bize göre, biz ise ‘doǧru’ düşünceyi savunduǧumuz için yol gösteren. Peki şunu kendimize soruyor muyuz, neden karşımızdaki insan düşüncesini bizim düşüncemiz yönünde deǧiştirmediǧinde dogmatik oluyor da,  biz düşüncemizi deǧiştirmediǧimizde dogmatik olmuyoruz?

Aslında düşüncelerimiz belirli bir yaştan sonra kolay kolay deǧişmez. Çünkü düşünce, yalnızca düşünce deǧildir. Düşünceler, bir gömlek gibi insanın vücuduna yapışmıştır. Çünkü düşüncelerimizle yıllarca bir çevre oluşturmuşuzdur. O çevre içinde kendimizi ifade etmekteyizdir. Dolayısıyla  bilimsel diyalektik materyalizme inandıǧını söyleyen birçok insan da dahil olmak üzere,insanların çoǧu yıllar geçse de düşüncelerinde bir milimetre deǧişiklik yapmaz, bir gelişme de göstermez ve bunu da tutarlı olmakla açıklar.

***

İnsanlar senin hakkında ne düşünürlerse düşünsünler, sen durma yürümeye devam et, demiştim kendi kendime her zaman. Başkalarına olumlu ve ama özünde bir yanılsamadan ibaret bir imaj vermektense, bu enerjiyi kendini geliştirmek için harcayabilirsin, dedim.

Yıllar önce öǧrendiǧim gerçek şuydu: Başkalarının düşüncelerini deǧiştirmeye çalışma, buna harcayacaǧın enerjiyi kendi düşüncelerini zenginleştirmek ve geliştirmeye harca. Böylece yol almaya başladım. Yavaş yavaş aǧır aǧır da olsa ilerlemek güzel. Kendi yolumdan gitmeye karar verdim, başkalarının yolunda deǧil. Ve en önemlisi başkalarını benim yolumda gitmeleri için etkilemekten vazgeçtim. Bırak herkes istediǧi yolda yürüsün, istediǧini özgürce düşünsün. Sen kendin ile ilgili kararlar al, kendi yolunda yürü. Böylece enerjimi, daha olumlu bir amaca harcamaya karar vermiş oldum. Boş tartışmalar, başka insanları etkileme, deǧiştirme çabaları bence enerji israfından başka bir şey deǧil.

İnanılmaz bir cahil cesaretine sahibiz, kendimizi olduǧumuzdan yüz kat fazla görüyoruz. Sosyal medyadaki yorumlara şöyle bir atarsak bunu görebiliriz. Bir yarış içindeyiz, üç gramlık bilgimizi kanıtlama yarışı içinde. Bunun için gerekirse hakaret, küfür bile edebiliyoruz. Kendi düşüncemizden başka hiçbir düşünceye saygımız ve hoşgörümüz yok.

Kibarlık, düşünceIerin kıyafetidir.”

Lord ChesterfieId

 Sosyal medya çaǧında en önemli deǧerlerimizden birisi olan nezaketimizi de yitirdik. Başkalarına karşı ölçülü davranış biçimlerimizi de beraberinde yitirmiş olduk böylelikle. Bir düşüncenin içeriǧi kadar, onu nasıl dile getirdiǧimiz de önemlidir. Örneǧin bir eleştiri yaptıǧımızda bunu saygısız, kibirli bir tavırla yaparsak, eleştirimiz çoǧu zaman yerini bulmaz, adresine ulaşmaz. Ama aynı eleştiriyi daha saygılı ve nazik bir biçimde dile getirirsek, insanlar da eleştirimizi daha saygı duyarak okur ve deǧer verirler.

Sosyal medyaya özellikle gazete ve haber sitelerindeki yorumlara bakarsak, şunu çıkarabiliriz: Herkes her şeyi biliyor, okumadan, araştırmadan biliyor üstelik. Yazıları, haberleri, makaleleri okumadan ya da kibirli bir şekilde küçümseyerek okuyarak, çoǧu zaman da çarpıtılmış, yazı, haber, makale ile ilgisi olmayan şekilde yorum yapan insanlar var.

Bir ikincisi kimse kimseye saygı duymuyor neredeyse. Bir tür yarış olarak görülüyor bilgi yarışı ve derin bir aşaǧılık kompleksinden kaynaklı bir davranış biçimi yaygındır. Bu yalnızca internette deǧil, gerçek hayatta da böyle.

Düşüncelere düşüncelerle yanıt vermektense, küfür, hakaret, tehdit ve saldırgan sözlerle yanıt vermeye çalışan birçok insan var. Üstelik bunların bir kısmı kendisini “ilerici, çaǧdaş ” olarak görüyor. Çünkü düşünceye düşünce ile yanıt vermek için, okumanız, araştırmanız ve bu işe zaman harcamanız gerekir. Sosyal medyada boş boş amaçsızca dolaşıp zaman harcamak varken, kim araştırmaya zaman ayıracak… Hem zaten her şeyi biliyoruz deǧil mi!.. Birçok insan ise araştırmak, öǧrenmentense daha baştan reddediyor, üstelik kibirli ve nazik olmayan kaba bir dille.

Nezaketimizin kaybı aslında toplum içindeki bireyin birbirine bakışını ve davranış biçimlerini de deǧiştirecek kadar önemli bir etken. Toplumsal yaşam içinde gözlemlersek, her on yılda bireylerin daha kaba, saygısız, kavgaya hazır ve saldırgan davranış biçimleri gösterdiǧini gözlemleyebiliriz. Aynı durum gerçek yaşamda olduǧundan daha fazlasıyla internet üzerinde gözlemlenebilir.

***

Bu çaǧda masumiyetimizi de yitirdik ve dolayısıyla bir türlü adil de olamıyoruz. En çok tahammül edemediǧimiz sey, kendi düşüncemizin, dünya görüşümüzün eleştirilmesi. Böyle olunca deliye dönüyor, bir türlü kabullenemiyor ve saldırgan sözlerle ifade ediyoruz kendimizi çoǧu zaman. Çünkü görüşü ne olursa olsun insanların çoǧunluǧu, dünya görüşlerinin, inançlarının mükemmel olduǧunu ve en küçük bir çelişki içinde olmadıǧını düşünüyor. Yani fanatikleşiyoruz giderek daha çok. Mahatma Gandhi’nin dediǧi gibi, “Hoşgörüsüzlük, kendimize ve davamıza güvenmediğimizin bir işaretidir.” oysa.

Kimseye saygımız yok, çünkü aslında kendimize olan saygımızı yitirmişiz, kendimizle barışık deǧiliz. Sevmeyi de giderek unutuyoruz.

Nezaketimiz ile birlikte yine kaybettiǧimiz davranış biçimlerimizden birisi de hoşgörüdür. Sokakta yürürken bile insanlarla göz göze gelmeye korkuyoruz. Birisine iki kez baktıǧımızda hemen kaşları çatılıyor ve insanlar kavga etmeye, patlamaya hazır saatli bomba gibi yürüyorlar, oturuyorlar. En küçük bir hatamızda, yanlışımızda hemen insanların ses tonları yükseliyor, sertleşiyor. Biraz baksanız hemen “Ne bakıyorsun?” diye kavga etmeye hazırlar. Kırk yıllık dostumuz ilk hatamızda, yere düştüǧümüzde acımadan tekmeyi vuruyor. Brezilya’da “Ne bakıyorsun kardeşim?” diye birisine sorsanız anlamaz, hatta güler size. Kültürden kültüre deǧişir bu durum aynı zamanda.

Şiddet dürtüsü en küçük bir tetikleme ile açıǧa çıkmaya hazır. Dünya coǧrafyasına baktıǧımızda özellikle Ortadoǧu toplumlarında hoşgörü olgusunun yeterli derecede içselleştirilemediǧini görebiliriz. Bunda tarihsel olarak dinden ve çeşitli nedenlerden kaynaklı savaşların, tabuların, bu coǧrafyada sivil toplumların ve özgür bireyin oluşamamasının da rolü de var. Zaten çok az bir hoşgörüye sahiptik, onu da masumiyetimizle birlikte yitirdik.

 

Erol Anar

4 Nisan 2017

Paraná-Brezilya

 

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu