Bundan yüzyıllar önce bize bir söz verilmişti: artık işlerin çoğunu makineler yapacak, biz de boş zamanın keyfini çıkaracaktık. Görünüşe göre bize masal anlatılmış. Hayatımızı sözüm ona kolaylaştıracak teknoloji geliştikçe ense yapacağımıza ha babam çalışıyoruz. Vaadedilen ‘boş zaman çağı’ bir türlü gelmiyor.
Kutsal Ekonomi kitabının yazarı Eisenstein’a göre herkesin daha mutlu ve daha zengin olduğu bir dünya mümkün. Yazarın Türkiye’ye yaptığı bir ziyaret esnasında yapılan ilginç bir röportaj…
Vaadedilen ‘boş zaman çağı’ neden gelmiyor?
Sebep şu ki, iş tasarrufu yapan her buluş bizi daha az çalışmaya değil daha çok tüketmeye yöneltiyor. Yeterince paramız olursa boş zaman satın alabileceğimizi düşünüyoruz ama o yeteri kadar parayı kazanma süreci bizi öylesine meşgul ediyor ki hiç vaktimiz yok. Paranın içinde var olan kıtlıksa zamanı az, hayatı kısa gibi algılamamıza yol açıyor.
Paranın içinde var olan kıtlık ne demek?
Para bereket yerine kıtlık üretir, bağlanma yerine ayrılığa sebep olur. Paranın değdiği her şeye, suya bile, bu kıtlık bulaşır. Kafamızda bir kıtlık bilinci yaratılmıştır; ‘Stok yapmalıyım, daha çok almalıyım.’ Aç gözlülük kıtlığa verilen doğal bir tepki aslında. Kıtlık algımız bir illüzyon, kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet gibidir. Bu yanılsamanın oluşmasında en büyük rolü de para oynar.
Kıtlık diye bir şey yok mu yani?
Yakın gelecekte global ekonomik kriz büyüdükçe daha fazla istikrarsızlık ve çalkantı yaşayacağız. Uzun vadede ise bolluk ekonomisine sahip olacağız. Yeryüzünde bu kadar zenginlik, bolluk bereket varken insanlığın büyük çoğunluğunun kıtlık ve endişe içinde yaşaması, hayatta kalmak için rekabet etmesi için hiç bir sebep yok. Bolluk bilincine geçtikçe, para sistemi değişecek.
Bolluk bilinci diye söz ettiğiniz şey nedir? Zamane kişisel gelişim guruları gibi paranın bir enerji olduğunu mu düşünüyorsunuz?
“Kendini bolluğa açmak” gibi New Age klişeleri midemi bulandırıyor. Ama çoğu klişede olduğu gibi bunda da bir doğruluk payı var. Kişisel gelişim guruları, hak etmediğimizi düşündüğümüz için almaktan korktuğumuzu söylüyorlar. Ancak alma korkusu sadece kendini layık görmemekten ibaret değildir aynı zamanda bir verme korkusudur.
Verme korkusu nedir?
Alma ve verme korkusu daima el eledir. Birlikte oluşturdukları şey yaşam korkusu, bağ korkusudur. Kendini başkalarından ayrı sanan insanın hayali cenneti budur. ‘Kimseden bir beklentim yok’, ‘kimseye ihtiyacım yok’. Bu doğanın efendisi olmak isteyen insanın kibridir. Doğaya hükmetme emeline denk düşen bu cennetin aslında cehennem olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu cehennemi tasvir eder misiniz?
Her şey paraya bağlı olduğunda paranın yetersizliği her şeyin yetersiz olması demektir, buna mutluluk da dahildir. Neden sürekli büyümeliyiz? Eğer tüm ihtiyaçlarımız artan bir verimlilikle karşılanıyorsa neden daha az çalışamıyoruz? Neden söz verilen boş zaman çağı hâlâ gelmedi? Var olan para sistemiyle beklenen çağın asla gelmeyeceğini görmeliyiz. Hiçbir teknoloji harikası yeterli olmayacak. Mirasçısı olduğumuz para sistemi bizi boş zaman yerine büyümeyi seçmeye zorlayacak. Bugünün ekonomik sistemi bencilliği ve açgözlülüğü ödüllendiriyor.
Cömertliği ödüllendiren bir ekonomik sistem nasıl olurdu?
Sözünü ettiğiniz şey armağan ekonomisidir. Armağan çemberinde sizin talihiniz benim talihim ve sizin kaybınız benim kaybımdır, çünkü verecek şeyiniz giderek artar ya da azalır. Böyle bir dünyada en iyi iş kararı, herkesi zenginleştiren karardır: toplumu ve gezegeni.
Vererek nasıl zengin olacağız?
Hediye alanın, hediye verene geri hediye vermek istemesi hediyenin doğasında vardır. Cömertlik bulaşıcıdır. Armağan toplumunda cömert olanlar şükran hissi uyandırırlar ve karşılığında hediyeler alırlar. Onların zenginliği toplamaktan kaynaklanan bir zenginlik değildir. Ama cömertliğinizi kimse görmese bile evrenin cömertliğe farklı bir yaklaşımı vardır. Denildiği üzere, Tanrı her şeyi görür. Kutsal ekonomi bu ilkeyi içermeli, kârı ortak saadetle uyumlu hale getirmelidir.
Paranın hiç olmadığı bir dünyadan mı söz ediyorsunuz?
Ben paranın tamamen ortadan kalkması gerektiğini savunmuyorum, sadece gerektiği kadar kullanılmasını savunuyorum. Bugün para sadece bir kaynaktan geliyor: faizle katlanan borç ve tüm dünyanın paraya dönüştürülmesi. Gerçekten dünyaya katkıda bulunmak istiyorsanız, yatırımınızın karşılığında bir şey beklemeyin. Almak istiyorsanız, ki bunun için iyi sebepleriniz olabilir, alın ama veriyormuş gibi yapmaktan vazgeçin.
Çözüm ‘gerçekten vermek’ o halde…
İnsan varoluşundaki devrime direnmekten vazgeçelim. Bunun yerine bakış açımızı birliğe yöneltelim ve neler verebileceğimizi düşünelim. Daha güzel bir dünyaya her birimiz hangi katkılarda bulunabiliriz? Tek sorumluluğumuz ve tek güvencemiz budur.
Ekonomiyi büyütmenin yeni yollarını bulmak yalnızca servetimizden geriye kalanları tüketecek. Bu gezegene amansızca zarar verme gücüne sahibiz. Bir âşık âşığına karşı ne kadar korumasızsa, o da bize karşı korumasız. Bu açıdan onu yalnızca Toprak Ana olarak düşünmek artık doğru değil. “Anneee! Onu ver, bunu ver. Yetmedi daha ver!” O bizim sevgilimiz olmalıdır. Doğa bizim bir parçamız. Ona her ne yaparsak kendimize yapmış oluruz. İşte bu yüzden sosyal dönüşümün spiritüel bir boyutu olduğunu düşünüyorum ve para ve ekonomiden konuşurken dahi bunun farkındalığını koruyorum.
Ufukta boş zaman göremiyorum.
Boş zaman tembellik ya da işe yaramazlıkla eş tutuluyor. Bunu çalışmanın zıttı gibi algılıyoruz. İş bizim yapmak için para aldığımız şeydir, yapmak istediğimiz şeyi yaptığımız zaman ise boş zamandır. Bugün dünyada gerçekten yapılması gereken işler para kazandırmıyor. Aslında, dünyayı değiştiren şeyler insanların boş zamanlarında yaptıkları şeylerdir. Armağan ekonomisi insanların parayı kullanmadan birbirleri için yaptıkları her şeyi kapsar. En basit seviyede, çocukları için yemek yapan bir anne, birbirlerine yardım eden komşular, internette bilgi paylaşımı yapan insanlar da armağan ekonomisinin parçalarıdır. Ve bunların sayısı ne kadar artarsa, parayı o kadar az gereksiniriz; parayı ne kadar az gereksinirsek, boş zamanımız o kadar artar; boş zamanımız ne kadar artarsa, armağan ekonomisine kendi armağanlarımızı verme gücümüz o kadar çoğalır.
Kaynak: https://surdurulebiliryasam.wordpress.com