Yaşam

Paralel Evrenin Hikâyeleri

Paralel Evrenin Hikâyeleri

Asıl yazılması zor olan yanı başımızdan umursamadan geçtiklerimizin hikâyesidir.

1_mayıs_Orhan_Köse
Fotoğraf: Orhan Köse

Her gün karşılaştığınız fakat yüzüne bakmadığınız, selam vermediğiniz, hal hatır sormadığınız, zavallı figüranlar olarak düşündüğünüz ne çok insan var değil mi? Sokağı temizleyen çöpçü, köşedeki simitçi, kâğıt toplayan üstü başı pespaye adamlar, önünüzden tiner çekerek geçen çocuk, sokakta sabahlayan pireli adam, size ter içinde koşturarak hizmet eden garsonlar, arabanızı soğukta yıkayan, benzin dolduran işçiler, park eden valeler, güvenlik görevlileri, küçük arabasında nohutlu pilav satan genç, bir köşede çorap satan yaşlı teyze… Daha nice örneklerle,  hayatın içi;  paralel evren diye tabir ettiğim insanlarla dolu.

Evrenin merkezine koyduğunuz, gün geçtikçe daha çok şişen benliğinizle sizden başkasını göstermeyen dev bir balonla yaşadığınızı fark etmiyorsunuz? Sahte, gösterişli, samimiyetsiz duruşlarınızın spot lambalı göz yoran ışıkları, uzaktan iştahlı görünse de, dostluğun, sadakatin, şefkatin, yardımlaşmanın ve sohbetin yokluğu çok yorucu, sıkıcı, bunaltıcı görünüyor.

Bütün donanımı ve varoluşu maddeden ibaret tiplerin hızla çoğaldığı ve sahip olmak için her yolun mübah görüldüğü, cep telefonlarının yemek içmekten daha önemli olduğu ve tek muhabbetin bunlar etrafında döndüğü zamanlarda insanlık mertebesinin yok sayılmasıyla zevk ve maddi tatmin peşinde koşan çoğunluk içinde, hikâye sahiplerinin ne kadar yeri olabilir? Bu yüzden değil mi yersiz yurtsuz oluşları, şişen egolardan kalan yerlere sığınmaları, kıyıda köşede kalışları, sönük, pırıltısız durmaları. Bu yüzden değil mi gülümsediğinizde, selam verdiğinizde çorap söküğü gibi cümleleri bir bir yumaklarından sökerek açılmaları.

Mezarlıkta su satan altı yaşlarındaki çocukla konuştuğumda evde kimsenin çalışmadığını, babasının işsiz olduğunu, burada su satarak eve yiyecek aldığını söylüyor. Yetmiş yaşlarındaki iki büklüm teyze, sabahları erken saatlerde çöplerden plastik toplarken neden bu yaşta bu zor işi yaptığını sorduğumda ağlayarak anlatıyor yalnızlığını ve çaresizliğini. Yan apartmanımızda yaşayan, defalarca yardım edilmesi konusunda görüşüldüğü halde her seferinde evlerine gönderilen şizofren anne ve kızının yaşadığı dram, kışın ortasında annesini banyoda soğuk suyla yıkarken annenin donarak ölmesiyle sonuçlanırken sadece acı acı ambulans sesini dinledik. Neden ihtiyaçları varken balkondan bağıra bağıra küfür ederlerken kulağımızı kapadık.

Yapmasaydı, etmeseydi, oradan geçmeseydi, giymeseydi, boşamasaydı, sevmeseydi, rahat dursaydı, vardır canım bir suçu gibi kendi kirli yargılarınızla mı düzelecek insanın insana zulmü?

Madde kullanan gençlerin yanından hızla uzaklaşırken hiç düşünmüyoruz neden genç yaşta ölü gibi yaşadıklarını. Bana ne anası babası vardır o düşünsün, devlet düşünsün diyerek sıyrılıyoruz sorumluluktan. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” diyen atasözünün bilincimize kazındığı insanlarız ne de olsa. Beş çocuğuyla yıkılmak üzere olan bir evin içinde camlarına bez bağlayarak yaşama mücadelesi veren Suriyeli aileye kıyafet vermekle mi vicdanımızı rahatlatacağız? Biliyorum bazen elimizden bir şey gelmiyor daha fazlası daha büyüğü olmalı, devlet olmalı, daha güçlü insanlar olmalı diyoruz. Kimsenin kimseye faydasının olmadığı o mahşer günü yaşanıyor aslında. Tek fark herkes kendi korkusunda ve kaygısında değil kendi zevkinde ve doyumsuz kazancında.

Şiir gereksiz, okumak gereksiz, kitaplar gereksiz, dinin öğretilerinden habersiz, sanat yok, müzik yok, ilim, bilim yok. Ne ile eğiteceksin ruhunu, ne ile besleyeceksin insan yanını da vicdan denen duygun harekete geçecek?

İyisi mi göm başını telefona, bir elinde cımbız bir elinde ayna umurunda mı dünya halleriyle avunmaya devam et. Sen mi kurtaracaksın dünyayı değil mi?

FATMA KOŞUBAŞI

Dünyalılar – www.dunyalilar.org

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu