İçinde yaşadığımız toplumlarda, sistemde, ikili ilişkiler bozuldu, sahteleşti, insanlar kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmüyorlar. Yarış atı gibiler, herkes her konuda herkesle yarışıyor. Kuşatılmışlık egemen. Onlar gibi olmak istemiyorum. Kimseyle yarışmak istemiyorum. Kendim olmak istiyorum. Sahte, çıkara dayanan yüz ilişkim olacağına birkaç dostum olsun yeter bana. İkili ilişkilerimiz cam bir bardak gibi avcumuzda kırıldı ve avcumuzu kesip kanatıyorlar.
Son on beş yıldır özellikle Dostoyevski’nin Yeraltı Adamı’na dönüştüm. İnsanlarla daha az ilişki kurmayı, mümkünse hiç ilişki kurmamayı tercih ediyorum yıllardır özellikle gerçek hayatta. Bu yüzden insani ilişkilerimi giderek azalttım. Kalabalıklar içinde yalnız olmak, diye bir deyim vardır. Kendimi yalnızken mutlu, kalabalıklar içinde ise yalnız hissediyorum. Aynı Bukowski’nin kendini tarif ettiği ruh halini taşıyorum. Çünkü yalnızken yalnız değilim aslında, okuyorum, yazıyorum, düşünüyorum. Ama kalabalıklar içinde, diyelim bir doğum günü partisinde kendimi çok yalnız hissediyorum. İnsanları küçümsediğimden değil, kimseyi küçümsemiyorum. Ama iş olsun diye havadan sudan, güncel politikacıların yaptıklarından, futboldan konuşmayı sevmiyorum. Entelektüel sohbet edilebilecek insan bulmak da problem. O yüzden kendimi yazarak ifade ediyorum.
Ama toplumsal gösterilere elimden geldiğince katılmaya çalışıyorum. Tepkimi hem masa başında, hem de bazen sokakta gösteriyorum. Sokak, bazen nefes aldırıyor insana, özellikle de yazan insana. Topluma açık olan penceremi kapatmadım, hem eylemimle, hem de yazdıklarımla her zaman ezilenlerin yanında olmaya devam ediyorum, yıllardır olduğu gibi.
Yalnız yaşamıyorum, ailemle yaşıyorum, ama onlar işe ve okula gittiklerinde, hemen hemen gün boyu yalnız kalıyorum. Bu yalnızlık benim için çok değerli, çünkü okuyorum, kitap ve makale yazıyorum ve araştırma yapıyorum. Bu yalnızlık benim için üretimimin olmazsa olmazı. Ama çok da mutluyum bu durumdan. Çünkü bizim mutsuzluğumuz, daha önce de yazdığım gibi, bireysel değil, toplumsaldır. Benim yalnızlığım hastalıklı bir yalnızlık değil, kendimi çok iyi hissediyorum. Depresyon içinde değilim, huzurluyum genel anlamda birey olarak, huzursuzluğum toplumsal konularla ilişkili yalnızca. Doğada yürüyüşler de yapıyorum, düşlerim var henüz gerçekleştirmediğim. Bir çocuk kadar heyecanlıyım.
Aslında yalnız da değilim bir okurumun dediği gibi: “Siz yalnız değilsiniz ki, sevdiğiniz ailenizle, kitaplarınızla, yazılarınızla, doğayla ve zaman zaman o güzel resim çalışmalarınızla birliktesiniz… Bundan daha güzel dengeli bir yaşam olabilir mi?” demişti.
Bilemiyorum bu yazar olmanın “kaderi mi?” Yazarların çoğu yalnızdır, yazmak, okumak ve düşünmek için yalnızlığa ihtiyaçları vardır. Onlar yazılarıyla toplumsallaşırlar.
Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’indeki denildiği gibi düşünüyorum: “İnsanlığı tüm olarak ne kadar seviyorsam, tek tek insanlar olarak o kadar sevmiyorum.”
Bu yazımı burada yayınlamadan önce, Facebook sayfamda paylaşmıştım. Bir okur, “Korktum biraz. Canetti’nin körleşmesi geldi aklıma. Ama siz öyle değilsiniz.” dedi. Ama gerçekte benimkisi körleşme değil de, gözlerin geç açılması vakası olabilir.
Bukowski’nin ifade ettiği gibi, “Bir kapıyı kapatıp içeride yalnız kaldığımda benden mutlu insan yok.” Çünkü denildiǧi gibi yalnızken kalabalıklaşıyor, kalabalıklar içinde yalnızlaşıyorum. Birlikte olmaktan zevk aldığım yalnızca birkaç insan var, o da ailem. Onun dışında ne yeni biriyle tanışmayı, ne de yeni bir ilişkinin yükünü taşımayı istiyorum gerçek hayatta. Sanal ortamda yazılarımı paylaştığım, okurlarımdan mesajlar aldığım için daha sosyalim. Ama istediğim zaman çıkabiliyorum oradan. Kapatabiliyorum.
İçinde yaşadığımız toplumlarda, sistemde, ikili ilişkiler bozuldu, sahteleşti, insanlar kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmüyorlar. Yarış atı gibiler, herkes her konuda herkesle yarışıyor. Kuşatılmışlık egemen. Onlar gibi olmak istemiyorum. Kimseyle yarışmak istemiyorum. Kendim olmak istiyorum. Sahte, çıkara dayanan yüz ilişkim olacağına birkaç dostum olsun yeter bana. İkili ilişkilerimiz cam bir bardak gibi avcumuzda kırıldı ve avcumuzu kesip kanatıyorlar.
Sahte ilişkiler, sahte gülüşler, iş olsun diye yapılan içi boş diyaloglar bana göre değil. Hiç konuşmamayı tercih ederim. Zorunlu olarak sosyal bir ortamda bulunduğumda ise konuşmaktan çok dinlemeyi tercih ediyorum. Ve böylelikle mutluyum, çünkü yalnızlığım bana ürettiriyor.
Ama dediğim gibi kimseyi asla küçümsemem. Yalnızca yalnızlıktan ne kadar büyük zevk aldığımı anlatmaya çalışıyorum. Hem neden küçümseyeyim, yalnızca sosyal sahte rolleri oynama taraftarı değilim, yapamıyorum; bu rolü oynamayı reddetmek kişileri küçümsemek anlamına gelmez bence. Çünkü kendisini küçümsediğimi iddia eden bir insan olmadı gerçek hayatımda şimdiye dek. İnsanları küçümsemek isteyen kişi, onlarla ilişki kurmalıdır. Ben ilişki kurmayı bile tercih etmiyorum. Tercih edilmiş bir yalnızlık, hele de yazan bir insan için paha biçilmez bir hazine bence. Çünkü yazan insan, asla yalnız değildir.
Daha az ilişki, daha çok huzur anlamına geliyor benim için son yıllarda. Ben böyle çok mutluyum, kimsenin dostluğuna, arkadaşlığına ihtiyaç duymuyorum. Birkaç dostum var, onlar da dünyanın öteki ucundalar. Yeni bir ilişki kurmak bana çekici gelmiyor. Belki garip ama gerçek bu, böyle hissediyorum.
Yalnız insan bir şey üretmiyorsa bir hiçtir, ama yalnızken üreten insan asla yalnız değildir o anlamda. O kalabalıklar içindeki insanlardan daha kalabalıktır.
Bazı insanlar tek başlarına kaldıklarında, yalnızlıklarıyla çoğalırlar. Üretirler hayatı yeniden. İşte amacım yapabildiğim ölçüde o insanlardan birisi olmak.
Erol Anar
Dünyalılar