İstanbul gibi yedi tepe üzerinde kurulan San Francisco, dünya eşcinselliğinin başkentidir. Şehir nüfusunun büyük çoğunluğu gey olduğu için “Gey Francisco” olarak da anılır.
Gey nüfus yoğunluğu ile tanınan San Francisco’daki Castro Bölgesi’nde turistik bir sabah kahvaltısı yapmak için kız arkadaşımla birlikte bir kafeye girdik. Kurt gibi acıkmıştık. Allahtan kafedeki masaların çoğu boştu. Fazla beklemeyecek, hemen karnımızı doyuracaktık. Amerika’da adettendir, büyük-küçük çoğu restoran ve kafede masa gösteren refakatçı hostes bulunur. Kafe girişinde uzun bir süre beklememize ve hostes ile birkaç kere gözgöze gelmemize rağmen ne hostes ne de başka bir çalışan bizimle ilgileniyordu. Erkeksi tavırlarından lezbiyen olduğu apaçık belli olan kadın hostes, bizden sonra gelen müşterilere yer gösteriyordu ama bir kerecik lütfedip bizim suratımıza dahi bakmıyordu. Bir süre sonra, hoş geldiniz bile demeden bize doğru yaklaştı, angarya bir iş yapıyormuşçasına ve de emredercesine ‘Beni takip edin’ dedi. Cam kenarında boş masalar olmasına rağmen bizi kafenin en köhne ve karanlık köşesine, tuvalet kapısının hemen bitişiğindeki bir masaya oturttu ve menüyü masaya doğru kibarca ‘fırlattı’… Şaşırmıştım. Zira Amerika’da, bir restoranda ilk defa böylesine kaba ve çirkin bir davranışla karşılaşıyordum.
Uzun bir süre daha beklememize rağmen masamıza siparişlerimizi almak için hiçbir garson gelmedi. Açlıktan gözlerimde fer, ellerimde derman kalmamıştı. En yakınımdaki garsona sinirli bir şekilde sesimi yükselterek “Sipariş vermek için hazırız” dedim. Suratı iki karış gey garson, hostes gibi, yüzümüze bile bakmadan siparişlerimizi aldı ve masadan uzaklaştı.
Kafe hostesi ve garsonun kaba davranışlarına halâ bir anlam veremiyordum. Bu işte bir iş, bu kafenin işletmesinde bir problem vardı. Açlıktan beyazı sararan gözlerimle çevreme göz gezdirdim. Yemeklerini yiyen kısa saçlı lezbiyen bir çift, birbirlerine âşık gözlerle bakan elele tutuşmuş orta yaşta pala bıyıklı iki erkek, biraz ötede kahvesini yudumlarken New York Times okuyan, hafif makyajlı, kaşları alınmış genç bir gey erkek. Kafedeki bütün müşteriler ve çalışanlar gey ve anormal insanlardı, sadece ben ve kız arkadaşım hariç… Birdenbire oturduğum sandalyede Kabe putları gibi dondum kaldım. Sonra yavaşça ve ürkek bakışlarla çevremi daha ayrıntılı inceledim. Kafede herkes, çalışanı, müşterisi gey, sadece tek bir çift, kız arkadaşım ve ben heteroseksüel normallerdik. O an beynimde şimşekler çaktı, açlıktan dönen başım daha çok döndü, kararan gözlerim daha da karardı. Aslında anormal olan onlar değil, bizdik. Tamamının gey olduğu bir ortamda biz azınlıktık.
Saatler sonra, -veya açlıktan bana öyle geldi- asık suratlı gey garson siparişlerimizle masamıza doğru yaklaşırken, koskoca bir devlet büyüğü bana doğru geliyormuşçasına saygıyla sandalyemde doğruldum. Tabakları masamıza koyarken garsonla göz teması yapmadan, başım öne eğik, titrek bir ses tonuyla ona teşekkür ettim. Gey garson yine cevap vermedi, masadan ayrılıp, sinirli tavırlarla çekip gitti.
San Francisco, Castro Bölgesi’ndeki o kafede yemeğimi yerken başım öne eğik, ezik ve azınlık olmanın yeni ve ürkütücü duyguları ile lokmalar boğazıma düğümleniyordu. Tedirgindim. Masamızın yanından gelip geçerken bana çatık kaşlarıyla bakan garsonlara kızgın olmadığımı göstermek için yüzüme sahte bir gülümseme kondurdum. Bu mekânda benim kızmaya, surat asmaya asla hakkım yoktu, çünkü ben azınlıktım Haddimi bilmek zorundaydım. Yemeğimin çoğu tabağımda duruyor, tadım, tuzum, iştahım kaçmış, azar işitmekten korkan küçük bir çocuk gibi aciz ve yalnızdım… Aklımda 6-7 Eylül olayları, Ermeni soykırımı, Sivas, Çorum, Maraş katliamları.
Hesabı ödeyip, geylerin aşağılayıcı ve nadan bakışları altında, süklüm püklüm kafeden ayrıldık.
Dışarısı el ele yürüyen erkek gey çiftler, çekinmeden ıslak ıslak öpüşen lezbiyenlerle doluydu. Gey çoğunluğu rahatsız etmemek için kaldırım kenarından başım öne eğik yürüyordum. Ben, San Francisco, Castro Bölgesi’ne uygun değildim, onlardan farklıydım. Kaza ile birisine çarpıp azar işitmek korkusuyla omuzlarımın arasına sinmiş olan başımı bir an yukarı kaldırdım. Caddenin tam karşısında, gökkuşağının yedi rengine bezeli devasa bir gey bayrağı serin San Francisco imbatıyla nazlı nazlı sallanıyordu.
Aniden, sinirden ve tedirginlikten adaleleri kasılmış sağ elimin parmakları şakağıma doğru gitti, sol elimin orta parmağı pantolon dikişinde, askerliğimde Sivaslı Celal Onbaşı’nın biz acemi erlere öğrettiği gibi topuklarımı sertçe birbirine vurdum.
Bana azınlık olma acısını yaşattığı için; kırmızıya, maviye, yeşile selâm durdum.
Mehmet T. Özciğer