Badeleme, enerji aktarımı, avuç içinden nefes üfleme…Sen sen ol, bu dalgaya gelme…
Tarih 2011 Eylül; Bursa’da Uğur K. isminde bir tarikat şeyhinin müritleriyle cinsel ilişkiye girdiği haberi patlar. Mağdur müritler ifadelerinde, şeyhin kendilerine “daha iyi müslüman olabilmeleri için badelenmeleri gerektiği” ni telkin ettiğini söyler. Badelenmekte ne ola?! diyecek olursan cevap kısaca “oral seks” arkadaşım…
Tarikat şeyhi ise ifadesinde; bu badelenme işinin olayın fıtratında olduğunu, kendisinin de önceki şeyhten el alırken badelendiğini !, olayın tamamının “tarikatın gerektirdiği bir usul ve caba” olduğunu söyler.
Dahası, yaptığının bir fedakarlık olduğunu, müritleri istedikten sonra onların taleplerini reddedemeyeceğini belirtir.
Ve ortaya çıkar ki bu arkadaşımız gerçekten hiçbir müridinin talebini reddetmemiş, kadın erkek ayırt etmeden badeleyebildiğini badelemiştir…
Bu olay nereden mi aklıma geldi?
Geçenlerde ünlü bir gazetecinin, yogacı birinin skandalı üzerine hazırladığı seri röportajları okurken. Yogacı kişinin kendisiyle yapılan röportajında ilginç benzerlikler saptadım…
Yogacının dili, doğal olarak tarikat şeyhinden farklı ama söyledikleri özünde aynı kapıya çıkıyor. İkisi de cinsel birlikteliği reddetmiyor; ikisi de iddialara göre mürit ve öğrencilerine spiritüel olarak daha üst mertebeye ulaşmaları için cinsel içerikli telkinlerde bulunuyor; ikisi de müritleri veya öğrencileri cinselliği istedikten sonra kendilerinin reddetme gibi bir haklarının olamayacağını söylüyor; ikisi de bu cinsel beraberliklerin aslında kendilerinin yaptığı bir fedakarlık olduğu inancında!
Benim gördüğüm tek fark, tarikat şeyhinin “badelemek” dediği şeye yogacının “enerji aktarımı” demesi.
En azından tarikat şeyhi, önceki şeyhten “el alırken” aslında başka şeyler de aldığını, kısacası badelendiğini itiraf etmiş. İnsan, yogacının da Himalayalar’daki ustalardan yogayı öğrenirken ne tür “enerji aktarımları” yaşadığını merak ediyor doğrusu.
İşin esprisi bir yana, tam bu olayların üzerine daha geçen hafta, bu sefer de başka bir ‘enerjicinin’ röportajına denk geldim. Mevzu yine enerji aktarımı üzerinden…
Okuyorum, okudukça da hayret ediyorum;
Doğru enerji aktararak aşık olunabileceği, park yeri bulunabileceği!..
Allah Allah ne alaka deyip devam ediyorum,
Şehir insanının sürekli beta beyin dalgasıyla dolaşması… Alfa beyin dalgalarıyla dolaşırsak her şeyin daha iyi olacağı!..
Beta dalgalarının farkındalık sırasında açık olduğu, alfa dalgalarının rahatlama durumuyla ilgili olduğu… İnsanların yaptıkları hataları çoğunlukla alfa beyin dalgası durumundayken gerçekleştirdiği gerçeği!.. Hepsini görmezden gelip bunları nasıl tavsiye eder diye merak edip, devam ediyorum…
Ki enerjisi; yaşamın enerjisi diyor… Bu enerjiyi yani evrenin yapıtaşlarını, dileklerinizi gerçekleştirmek için programlayabilirsiniz… Peki nasıl olacak diyor röportajı yapan. Şimdi hazır ol! Cevap aynen şöyle:
Avuç içlerinden nefes üfleme egzersizi… Çok kolay. Nefesini nereye yolladığını hayal edersen, enerjin de oraya gidiyor.
Okumayı burada bırakıyorum!..
Aklımda metaforlar dönmeye başlıyor bile…
Badeleme
Enerji aktarımı
Avuç içinden nefes üfleme…
Bir insan nasıl olur da bunlara kanar diye düşünüyorum… İşin komiği, sorgulandığında üstüne bir de sanki cahil olan senmişsin damgası da yanında bedava geliyor!..
Ve biraz düşününce insan anlıyor ki bu akımların ardının arkasının kesilmesi pek mümkün değil.
Peki bir insana daha okurken “hadi canım” dedirten bu kavramlara kim neden ihtiyaç duyar?!..
Dahası tüm çarpıklıkların farkına varsa dahi neden geri dönmeyi tercih etmez?
Aslında basit… Herkes hayatının gerisinde daha anlamlı daha sıradışı bir olgu olduğuna inanmak ister. Bu akımların “müritlerinin” büyük çoğunlukla beyaz yakalı metropol insanlarından oluşması da mevzuyu açıklıyor aslında.
Hangimiz yorucu ve biraz da sıkıcı ve monoton metropol hayatımızın gerisinde daha gizemli ve anlamlı başka bir dünya olduğuna inanmak istemez?
Hangimiz etrafımızdaki herkesten önce bu dünyanın sırlarına erişmeyi istemez?
Ve hangimiz sürekli mutlu olmak ve böyle kalmak istemez?
Evet cevap belli ama bir şey daha var;
Böyle gizemli bir dünya yok arkadaşım. Yaşadığın her neyse, bunu daha da anlamlı kılacak olan şey “enerji alış verişi” değil aman ha!..
Tüm saçmalıkların farkına varıldığında yanlıştan geriye dönememe psikozunu da Carl Sagan’ın meşhur sözü açıklıyor aslında:
Tarihin bize öğrettiği en acı derslerden biri şudur: Eğer yeterince uzun bir süre kandırılarak bir şeye inandırılmışsak, bu kandırılmışlığın kanıtlarını reddetmeye yatkınlaşırız. Artık doğru olanı bulmakla ilgilenmez oluruz. Yapılan kandırma bizi eline geçirmiştir. Bunu kendimize bile itiraf etmek artık fazlasıyla acı verici olacaktır. Bir şarlatana böylesi bir gücü sizin üzerinizde kullanmak üzere bir kere verdiğinizde bir daha onu neredeyse hiç geri alamazsınız.
Tanıdık mı geldi?
Çok doğal… Zannediyorum bu söz sadece spiritüel akımların takipçilerinin durumunu açıklamakla kalmayıp Türkiye’nin genel ruh halini de tek başına açıklıyor.
Benim söyleyeceğim tek şey; canı sıkılan, hayatının gerisinde daha anlamlı başka bir hayat arayan, bunun da ötesinde depresyon moduna geçen herkes için cevap aslında bundan 400 yıl önce verilmiş… nokta konulmuş.
Bu işler hakkında ilk kafa yoran ve kitabını yazan Robert Burton daha 1600’lü yıllarda bir insanın can sıkıntısı, melankoli ve hatta depresyonun etkilerinden; sevdiği bir işle uğraşarak ve kendisini meşgul tutarak, üreterek kurtulabileceğini söylemiş ve eklemiş**:
Durağanlıktan daha büyük bir depresyon sebebi olmadığı gibi meşguliyetten de daha büyük bir depresyon ilacı yoktur!..
Ve biliyor musun?
O sürekli içinde olmanın tavsiye edildiği alfa beyin dalgalarını en çok durağan olduğun durumda yayıyorsun.
Bence sen sen ol bu dalgalara gelme arkadaşım!..
Can Gürses’in aynı başlıklı yazısından alıntılanmıştır.