Yaşam

Nefret ve Saldırganlık İnsan Doğasının Bir Parçası mı?

Yıllardır tanık olduğumuz sıcak gündemler, uluslararası barış düşüncesini her geçen gün hayallerimizin biraz daha derinlerine gömüyor. Savaş mağduru gözlerden akan her gözyaşı, ister istemez aynı soruyu getiriyor akıllarımıza: “Böylesi bir nefret ve saldırganlık insan doğasının bir parçası olabilir mi?”

Evrildiği süreç içerisinde üst düzey bilişsel yetiler kazanan insan, bu yetileri öldürmeye programlanmış teknolojik silahlar ve bombalar üretmeye iten güç doğadaki biricik amaç olan hayatta kalma çabasını aşıyor gibi.

İnsanı anlayabilmek için öncelikle insanın dünyayı nasıl algıladığını incelemek gerekiyor. Bugüne kadarki bulgular gösteriyor ki dış dünyayı, nesneleri belli sınıf ve gruplara yerleştirerek algılıyoruz. Kendi sosyal kimliğimizi ve diğerlerini de zihnimizde gruplandırmalar yaparak anlamlandırıyoruz.

Doğamızda dünyayı “biz” ve “onlar” olarak ikiye ayırma eğilimi öyle güçlü ki, bilim dünyası yıllarca bunun biyolojik bir gereksinim olup olmadığını tartışıyor.

1970’lerde ise, Tajfel ve Turner önyargılara dair literatürdeki en güçlü kuramlardan birini ortaya atıyor: Sosyal Kimlik Kuramı“.

Sosyal Kimlik Kuramı

1. Bireyler, kendilerini üyesi oldukları sosyal grubu temel alarak tanımlar ve değerlendirirler. Diğer bir ifadeyle, kendilerini sınıflandırırlar. Bu sınıflandırma, üyesi olarak algıladıkları grupla kendilerini özdeşleştirmelerini beraberinde getirir ve söz konusu özdeşleşme sonunda sosyal kimlikleri oluşur.

Örneğin, kendisini ‘Galatasaray’ takımına ait hisseden bir futbol taraftarı kendisini ‘Galatasaraylı’ olarak kimlikler ve diğer Galatasaraylılarla bir anlamda özdeşleşir.

2. Diğer gruplar, bireyin üyesi olduğu grubu değerlendirmesi ve tanımlaması için bir temel oluşturur. Üyesi olunan grubun konumu diğer gruplarla yapılan sosyal karşılaştırma (iç grup-dış grup karşılaştırması) sonucu belirlenir.

Bir önceki maddede verilen örnek üzerinden gidecek olursak, bu birey, Galatasaray (iç grup) ile diğer takımlar (dış grup) arasında birçok farklı boyutta karşılaştırma yapma yoluna gidecek, bu yolla grubunun konumunu belirlemeye çalışacaktır.

3. Birey, olumlu bir sosyal kimlik edinmek ve benlik saygısını yükseltmek için, bu sosyal karşılaştırmayı gerçekleştirirken kendi grubunu kayırıp diğer grubu küçümseyerek yanlı bir algılama içine girer. Bu sürece iç grup kayırmacılığı adı verilmektedir.

Galatasaray ile diğer takımlar arasında karşılaştırma yapan bir Galatasaraylı, bu karşılaştırmayı gerçekleştirirken büyük olasılıkla yansız davranmayacak, kendi takımını kayırma yoluna gidecektir.

4. Bireyin sosyal kimliğinin olumlu olup olmaması büyük oranda üyesi olduğu grubun öznel konumuna, yapısına bağlıdır. İlk üç varsayımda ele alınan süreçler sayesinde, grubun toplumsal konumu çok iyi olmasa da, çoğunlukla sosyal kimlik olumlu olacaktır.

Takımı, varsayalım ki üst üste başarısızlıklar elde etse de, Galatasaraylı kimliğini benimsemiş olan bir birey, her şeye rağmen yukarıda değinilen stratejiler yoluyla bu başarısızlıklarla baş etmeyi becerecektir.

“Biz” ve “onlar” ayrımındaki tutumlarımız için çok basit bir örnek verelim:

Nefret _Saldırganlık

İçinde bulunduğumuz gruptan biri gözlük takıyorsa onun zeki ve çok okuyan biri olduğunu düşünebiliriz; karşı gruptan gözlüklü bir başkasını ise “çirkin” olarak yorumlayabiliriz. İşte, nefrete, kavgalara ve savaşlara giden yolda atılan ilk adımlar diyebiliriz bu gruplaşmalara. “Biz” ve “onlar” ayrımından bahseden bu kuram, önyargıların oluşumunu kişilerin farklı sosyal kimlikler içinde sınıflanarak “taraflı” algılar geliştirmelerine bağlıyor.

 İnsandaki saldırganlığı anlamaya yönelik 5 temel yaklaşım bulunuyor.

  1- Etolojik yaklaşım. Bu yaklaşıma göre saldırganlık, canlıları hayatta tutmaya yönelik bir dürtü. En güçlüyü ayakta tutup, genç nesilleri koruyarak türlerin doğadaki dağılım dengesini sağlayan bir kuvvet. İçimizde sürekli bir birikim halinde bulunan bu saldırganlık dürtüsü bir şekilde tatmin arıyor. Oysa silah teknolojisindeki gelişim, bizleri çelişkiye itiyor.  Kısacası, doğada türlerin kendilerini korumaları için evrilmiş olan saldırganlık dürtüsü, akıllı beyinlerinin ürettiği silah teknolojisi dolayısıyla insan türünün kendi kendisine zarar vermesine neden olan bir dürtü haline geliyor.

   2- Psikoterapisel yaklaşım. Sigmund Freud ve Erich Fromm bu yaklaşımda adı geçen önemli temsilcilerden. Freud, tüm canlıların birbiriyle yarışan iki temel içgüdü sahibi olduğunu düşünüyor: Yaşam içgüdüsü (Eros) ve ölüm içgüdüsü (Thanatos). Ölüm içgüdüsü canlının kendisini yok ederek hayatın getirdiği rahatsızlıklardan kurtulmasına yönelik çalışıyorken yaşam içgüdüsü, onu koruma görevi üstlenerek ölüm içgüdüsüyle çatışıyor. Bu iç çatışma sonucunda yaşam içgüdüsüne yenik düşen ölüm içgüdüsü kendisini dışa yönelik bir saldırganlık, yönetme ve güç sahibi olma arzusu şeklinde yansıtıyor.

İnsandaki saldırganlığın her zaman zararlı olmayabileceğini vurgulayan Fromm ise, saldırganlığı zararlı ve zararsız olmak üzere iki çeşide ayırarak Freud’dan farklı bir noktaya oturuyor. Fromm, canlıların kendilerini korumaya yönelik dürtüsel olarak doğalarında barındırdıkları saldırganlığı zararsız görüyor. Ancak karaktere yerleşmiş ve insan arzularının bir sonucu olan saldırganlığın zarar verici boyutlara ulaştığını düşünüyor.

  3- Sosyal Öğrenme Kuramı: Bu yaklaşımda insanın doğasına ait nefret ve saldırganlık hisleri inkâr edilmiyor olsa da, bu hislerin davranışa dökülmesinde sosyal öğrenmelerin, dolayısıyla da “dış” etmenlerin etkili olduğu savunuluyor. Gerek kendi deneyimlerimizden elde ettiğimiz çıkarımlar gerekse televizyon, sinema ya da diğer medya araçlarında gözlemlediklerimiz, şiddet içeren davranışların sonunda ödüllendirildiğini dikte ettiğinde saldırganlık, kendisini sosyal yolla öğrenilmiş bir davranış olarak ister istemez gösteriyor.

   4- Engellenmişlik-Saldırganlık Kuramı:. Yoksun bırakılmışlıklar, eşitsizlikler ve istismarlar özellikle de sosyal statü ve ekonomik gücü düşük gruplardaki şiddetin altında yatan nedenler olarak görülüyor. Belli amaçlara ulaşmada güçlük çeken bu gruplar, uğradıkları hayal kırıklığı ve engellenmişlik dolayısıyla şiddet eğilimli hisler beslemeye başlıyorlar.

  5- Kültürel yaklaşım: Bilim insanları, saldırganlığın tıpkı bir dil öğrenilir gibi kültürün içinde yoğrularak öğrenildiğini savunuyor. Erkek çocuklara oyuncak tabancalar alınıp, gelecekte karşıt cinsleriyle karşılaştırıldıklarında daha saldırgan bir kişilik geliştirmelerinin tetikleniyor oluşu kültürün bir etkisi olarak ele alınabilir. Araştırmacıları bu fikre itense kimi kültürlerde saldırgan davranışların daha fazla görülüp kimilerindeyse şiddet eğilimine daha az rastlanıyor olması.

İnsanlık tarihine kısaca göz atacak olursak yıllar süren kanlı din savaşlarına, kültürel hegemoni yarışlarına ve ideoloji çatışmalarına tanık oluyoruz. Öyle ya da böyle günümüzde, şiddet toplumlarda artış göstermeye devam ediyor. Dinamikler değiştikçe ve insan, zihnini kullanarak doğaya yabancı teknolojiler üretmeye devam ettikçe, dozu sürekli artan saldırganlıkları ve ardındaki nefreti anlamak da giderek daha zor bir hal alıyor. Yukarıda saydığımız tüm kuramlar ise tek tek analiz edilmektense, etkileşimli ve bütünsel bir model içinde daha derin anlamlar kazanıyor.

Kaynaklar:

http://www.psychologytoday.com/articles/index.php

http://www.sjsu.edu/faculty/watkins/prospect.htm

http://psychology.anu.edu.au/groups/categorisation/socialidentity.phphttp

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu