Kültür-Sanat

Şimdi Ömrümün Bir Tek Gayesi Var Bir Gün Evvel Sana Kavuşmak

“Doğrusu, dünyada rahat yaşamak için aptal olmak lazım. Fakat aptal olmaktansa biraz daha rahatsız yaşamak daha iyidir bence… Bilmem sen ne dersin…”

Şimdi Ömrümün Bir Tek Gayesi Var Bir Gün Evvel Sana Kavuşmak

Bir ömrü mücadeleyle geçirmek ne zor iştir. Hele ki bu mücadele; işine, aşına, sevdana her şeye yansımışsa. Hayatını mücadelelerle geçiren bir yazardır Sabahattin Ali. Özellikle yazdığı yazılarla başı çoğu kez derde düşmüştür. İnsanlardan uzaklaşmış, kendine sığınmış sonra ise, sevdasına sığınmıştır. Sevdaya düşmek de öyle kolay olmamıştır hani. Onca zorlukların arasında bir sevdaya tutulmak… Üstelik bu sevdaya şehirler, mahpusluk ve hasrette eklenmişse.

Herkesler den  Sevgili Aliye,

Şunu esas olarak kabul etmeliyiz ki insanların hemen ekserisi yalnız kendilerini düşünürler. Dünyadaki bütün felaketlerin, uygunsuzlukların, bayağıların sebebi işte bu her şeyden evvel kendini düşünmek illetidir. İlk bakışta insana bir kurnazlık ve akıllık gibi görünen bu hal hakikatte aptallıktır. Çünkü dünyada bir insanın başka bir insanın yardım ve alakasına muhtaç olmadan yaşaması mümkün olamayacağına, hatta en kötü hayvanlarda bile birbirlerine yardım hissi mevcut bulunduğuna göre, sadece kendini düşünmek ve başkalarının da böyle yapmasını istemek kendi kendisinin kuyusunu kazmaktır. İnsan başkalarına yardım ettiği, başkalarını sevdiği kadar yükselir. Dünyada hayatın bir tek manası varsa o da sevmektir. Hatta mukabele edilmesini bile beklemeden sadece sevmek…

12233551_10153695415713728_189266875_n-1

Sabahattin Ali’nin, eşine ve kızına yazmış olduğu mektuplardan oluşan ” Canım Ali’ye Ruhum Filiz” adlı kitap, yazarın; sevdasını, özlemini, mücadelesini kısacası hayatına dair pek çok şeyi barındırıyor. Mektupların ilk kısımları, Sabahattin Ali’nin eşi Aliye’ye yazdığı duygu yüklü sözcüklerle başlıyor. Kitabın en başında nasıl bir duygu seli var ise, son kısımları da bir o kadar yoğun ve hüzünlü. Yazarın mektuplarında, Aziz Nesin ile çıkardıkları “Markopaşa” adlı gazeteyi tüm engellere rağmen, büyük bir mücadele ile sokaklarda nasıl dağıttıklarına da tanıklık ederiz. Sabahattin Ali’nin mektuplarını okurken, eşi Aliye ve kızı Filiz’in dışında; Abidin Dino, Rüştü Şardağ, Cevdet Kudret gibi pek çok değerli isme rastlarız. Büyük sıkıntıların yaşandığı, tutsak olduğu dönemlerde bile yazarın ailesine ve mücadelesine dair pek çok bilgiyi ”Canım Ali’ye Ruhum Filiz” de görmek mümkün.

Mektubunu aldım. “Ben fena kız değilim, senin meyus olamayıp saadetin için hayatımı şimdi fedaya hazırım!” diyorsun Aliye, bana böyle şeyler yazma… Sonra ben sana deli gibi âşık olurum. Mektubundaki “Beni istediğim kadar sevmezsen ölürüm” cümlesini belki elli defa okudum. Ah Aliye, seni isteyebileceğinden çok seveceğim…

Etrafın seni sıktığı zaman kitap oku… Ben şimdiye kadar her şeyden çok kitaplarımı severdim. Bundan sonra her şeyden çok seni seveceğim ve kitapları beraber seveceğiz. İnsan muhitin bayağı, manasız, soğuk tesirlerinden kurtulmak istediği zaman yalnız okumak fayda verir.  Bana en felaketli günlerimde kitaplarım arkadaş olmuştu. Fakat bu yetmiyor. Şiirlerimde de gördün ki kitaplara rağmen çok ıstırap çektim. Çünkü candan bir insanım yoktu. Sen benim yarım kalan tarafımı ikmal edeceksin… Uzun, çok uzun şeyler yaz… Seni hasretle kucaklarım benim birtanecik Aliye’m.

Küçük resim öyle gözümü yumup bakacak gibi fena değildi. Sen en fena resimde bile güzelsin Aliye. Sen her zaman herkesten güzelsin…

12233090_10153695412738728_1386041372_n

Sana neler yazayım ki sen neşe içinde yüzesin. Ben neşeyi senden öğreneceğim. Hayat ve felaketler beni o Kadar gülmekten ve neşeden uzaklaştırdı ki kendimi, senin getirdiğin bu saadet dünyası içinde bile şaşkınlıktan kurtaramıyorum. O kadar talihin kahrına uğramışım ki hayatta bana da mesut olmak nasip olabileceğine inanamayacağım geliyor. Evde iki resmini de karşıma alarak saatlerce bakıyorum ve saadet beni adeta sarhoş ediyor. Sevinçten ağlamak istiyorum.

Ben son zamanlarda her şeyden ümidimi kesmiş, kendimi gülen, oynayan hayattan ayırarak birkaç türlü kitabın arasına atmış bulunuyordum. Sen bu karanlık ömrümün içine bir sevinç ışığı gibi, kurumaya yüz tutan ekinlerine can veren bir nisan yağmuru gibi birdenbire geldin. Ben bu kadar bol hayat ve saadet yağmuru altında kendimi unutmuş gibiyim. Şimdi ömrümün bir tek gayesi var: bir gün evvel sana kavuşmak, seni kollarımın arasına almak, güzel, temiz yüzüne saatlerce hiç doymadan bakmak. Ancak o zaman tam neşeli, senin istediğin gibi olabileceğim. Senden ayrı, senden uzak bulunurken benden nasıl neşeli şeyler istiyorsun? Bana yaz Aliye’ceğim. Sayfalarca mektuplar yaz. Her şeyden, hayattan, insanlardan, bahardan, kendinden bahset. Asıl sen bana neşe var… Ben buna muhtacım. Seni binlerce defa kucaklar, güzel gözlerinden, dudaklarından öperim.

Köylü kıyafetlerindeki resmine bakmaya doyamıyorum. Her gece başucumda duruyor, ona bakarak uyuyorum. Ben dünyada bu kadar güzel gülen, güldüğü zaman bu kadar güzel olan insan görmedim.

Herkes beni keyfi yerinde, daima gülen biri sanır. İşte bunun için yazılarım çok dertlidir… Gazeteyi herhalde aldın. Arkadaşlar ne diyorlar? Bu iş beni bir hayli yordu. Hele dün, yani gazetenin çıktığı Pazartesi sabahı çok alçakça bir oyunla karşılaştık. Gazeteyi İstanbul’a ve Ankara’ya tevzi işini üzerlerine alan bayiler, son dakikada sabotaj yaptılar. “Biz bu gazeteyi dağıtmayız!” dediler. Bunun üzerine Aziz Nesin ile ben gazeteleri sırtlanıp kendimiz tevzi ettik. Bununla beraber “Markopaşa” bir gün içinde satıldı. (Markopaşa’nın ilk sayısı 25 Kasım 1946’da yayımlanmıştır.) … Biz Yüksek entelektüeller için değil, halk için bu gazeteyi çıkarıyoruz.

Bildiğin gibi ben birine Arnavut dedim diye iki aya daha mahkûm oldum. Fakat bu dava da temyizden ümidim var. Eğer bundan da tasdik çıkarsa hapı yuttuk demektir, çünkü o zaman Falih Rıfkı yüzünden yediğim üç ayda buna eklenir, eder beş ay.( Sabahattin Ali, Markopaşa’nın 10 Şubat 1947 tarihli 10. Sayısında yayımlanan “Biliyor musunuz?” başlıklı yazıdan dolayı Falih Rıfkı Atay’a hakaretten üç ay hüküm giymiştir.)  Yani benim çıkamam da Şubat 1948 sonuna kalır. Fakat kurtulacağım hakkında ümidim kuvvetlidir. Ne ise, aldırma! Sonu iyi olacak. Hem çok iyi olacağına kuvvetle kanaatim var. Yeter ki biz azmimizi ve imanımızı ve bu millete itimadımızı kaybetmeyelim. Şimdilik, bu kadar. Yakında seni de, sevgili ruhum Filiz’i de İstanbul’da görmeyi ümit ediyorum.Sabahattin Ali

Gelecek günler her halde güzel olacaktır, üzülmeyin. Senin ve Filiz’in gözlerinizden, yanaklarınızdan, dudaklarınızdan milyonlarca defa öperim. Arkadaşlara selam. Sinirlerimi merak etme. Bilirsin ki demir gibidir, ama demir gibi kalmaları için ara sıra, kimse görmeden, sizin yanınızda sinirlenebilmeliyim. İhtiyarlığımda çekilmez bir adam olacağım hakkındaki iltifatına teşekkür ederim. Ama tahminin doğru çıkamayacak sanırım. Çünkü ihtiyarlayacağımı kim söyledi? Hep genç kalacağım. Hülasa beni düşünmeyin, fakat ben sizi düşünmekten deli olacağım…

 

Sevil Ateş

Kaynak: http://sanatkaravani.com/

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu