SONIA’NIN KÜLLERİ
ADI: Sonia Rapaport
80 yaşında… Akciğer kanserinden muzdarip. Los Angeles’te Santa Monica Bulvarı’nda çalıştığım huzurevinin ‘uzun dönem’ hastası. Tek başına kaldığı odasından arasıra dışarıya, koridora veya arka bahçeye tekerlikli sandalyesi ile refakatçi eşliğinde çıkabiliyor.
Kanser hastası Sonia Rapaport huzurevinin sevgi mıknatısıdır. Doktorundan hasta bakıcısına kadar herkesle dosttur. Sevecen ve neşe doludur. Karşılaştığı her kişide aynı izlenimi bırakır, gülümsemesi ve konuşması insana insan olduğunu hatırlatır. Ege Denizi mavisi gözleri daima ışıldar, piyangodan en büyük ikramiyeyi kazandığı haberi kendisine bir-iki dakika önce verilmişçesine hep gülümser.
Sonia ile tanıştıktan kısa bir süre sonra çok iyi arkadaş olduk. Tekerlekli sandalyesinde olduğu günler bazen birlikte huzurevinin arka bahçesine gider, sohbet ederdik. En çok hoşlandığımız konu Hawaii idi. Sonia da geçmiş yıllarda benim gibi Hawaii adalarından biri olan Maui’de yaşamıştı. Amerikan emperyalizmi tarafından Hawaii kültürünün ırzına daha geçilmediği, gökyüzünü delen devasa otellerin henüz inşa edilmediği 1950’li yılların Maui’sini sürekli anlatırdı. Üniversite öğrencisi iken tatil için gittiği Maui’de aşık olduğu bakır tenli yakışıklı Hawaii yerlisi Kamalei adındaki sevgilisiyle birlikte hindistan cevizi ağaçları altında, Pasifik Okyanusu’nun ılık sularında yüzmüş ve çok mutlu olmuştu.
Sonia’nın mutluluğuna hep gıpta ederdim. Kanser hastalığının verdiği dayanılmaz ızdıraplardan uzak, sesi ilkokul öğrencilerinin teneffüs zili gibi, parlak mavi ışıklar saçan gözlerinden fışkıran çakmaksı neon bakışları okyanus kadar derindi. “Kaç can yaktın bu gözlerle?” diye sordum günün birinde. Delici bakışları ile cevapladı sorumu… “O gözler benim canımı daha çok yaktı!”
Sohbetlerimizin tümü, bir gün birlikte Maui’ye gidip, anılarımızı yâd etme kararı ile biterdi. Aslında, Maui’ye Sonia ile gitmemiz çok zordu ama bir kanser hastasını hayal kırıklığına uğratmak istemez, onun bu teklifini her defasında içtenlikle onaylardım. Sonia’nın tebessüm dolu yüzü ile Maui kokteyli çok güzeldi aslında. Hawaii Eyaleti’nin resmi sembolü olan Humuhumunukunukuapua’a balığını şnorkel ile Napili Körfezi’nde seyredecek, gün batımında El Crab Catcher’de orkideli mai tai’mizi yudumlayacak, güneşin kızıl vedasını Sonia ile birlikte seyredecektik. Maui’de; turistik reklâmlarla makyajlanan Lahaina, Kanapaali yerine, adanın iç kısımlarında hâlâ bakir kalan Makawao’yı, Paia’yı, Hana ve Ulupalakua’yı yeniden keşfedecektik.
***
Hawaii, irili-ufaklı toplam 150 adadan oluşur. Turizm açısından en çok tanınmış Hawaii adaları; Kauai, Oahu, Molokai, Lanai, Maui, Big Island (ayni zamanda Hawaii olarak ta anılır) ve Kahoolawe’dir. Niihau Adası’na, kültür değerlerinin bozulmaması için Hawaii yerlileri dışında- turistik amaçlı ziyarete yasaktır.
Dünyanın en yüksek dağı Everest değil, – başlangıcı Pasifik Okyanusunun dibinden ölçülürse- Big Island’daki Mauna Kea’dır. Tüm Hawaii Adaları’nda yanardağların çoğu hâlâ aktiftir ve yılın belli zamanlarında kızgın lâvlar yerleşim bölgelerini tehdit ederler. Big Island’ın doğusunda yer alan Kilauea yanardağı 3 Ocak 1983 tarihinden itibaren günümüze kadar lâv püskürtmeye devam ediyor.
Hawaililer birbirlerini –aşk, arkadaşlık, hoş geldin ve hoşça kal anlamına gelen ve fonotik olarak ta Allah’a çok yakın olan ALOHA ile selâmlarlar. Gökkuşakları ile bezenen yağmurun yılın dört mevsimi tabiatı yeşile boyadığı Hawaii Adaları cennetin yeryüzündeki sergi salonlarıdır. Ada insanları güler yüzlü ve arkadaş canlısıdır. Yanık tenli kadınları birer güzellik tanrıçasıdır.
***
Sonia; LOVE-LIVE-LAUGH / (Sev -Yaşa -Gül) kelimelerinin ilk harflerinden oluşan ‘3L’ kolyesini boynundan hiç çıkartmaz, çevresindekilere bu kolyenin asla unutamadığı Hawaii’li sevgilisi Kamalei’nin hediyesi olduğunu her fırsatta söylerdi. Sonia’nın kolyesini ve anlamını çok beğenmiş ve bunu Sonia’ya birkaç kez söylemiştim. İş yoğunluğu stresinin yüzüme yansıdığı asık suratlı günlerimde selamlaşırken Sonia, “Don’t ever forget 3 L / Üç L’yi sakın unutma” ” diye ardımdan seslenir, cevabım çoğu zaman ‘evet’ anlamına gelen kuru bir kafa sallamasından öteye gitmezdi.
Sonia, huzurevindeki geriatrik rehabilitasyon kurslarında kendi yaptığı sulu boya bir resmi doğum günüm için bana hediye ettiğinde ruhum onun çocuksu sevinci ile sarıp sarmalanmıştı. Resmin konusu değişik renklere boyadığı koskocaman 3 L harfleriydi. Teşekkür etmek için Sonia’nın elini öptüğümde gözlerinden aniden yaşlar süzüldü, tekerlikli sandalyesinden uzanarak bana sımsıkı sarıldı. Sonia’nın gözyaşlarına ilk defa şahit oluyordum. Biz Türklerin, annemizin, büyüklerimizin ellerini öptüğümüzü, bunun bir Türk geleneği olduğunu söylediğimde Sonia’nın derin okyanus mavisi gözleri yeniden gülümsemeye başladı ve eski neşesi ile tebessüm ederek: “Türk anaları çok şanslı kadınlar olmalılar.” dedi.
***
İstatistiklere göre; kişisel bakım ve ihtiyaçlarını gideremeyecek durumdaki Amerikalı yaşlıların %65’i hayatlarının son günlerini huzurevlerinde geçiriyorlar. Amerika Birleşik Devletleri’nde bakıma muhtaç yaşlıların huzurevlerinde barınma ve tedavi hakları federal yasalarla garanti altına alınmıştır. Huzurevi sakinlerinin; beslenmeleri, personelin davranışları, hijyenik periyodik bakımları, psikolojik durumları Sağlık Bakanlığı elemanları tarafından her an denetim altında tutulur.
***
Sonia Rapaport geçenlerde öldü. Son sabahında Sonia ile günaydınlaşırken bana, o her zamanki cıvıl cıvıl sesi ile boynundaki kolyesini işaret ederek ve şaka yollu emredercesine, “3 L’yi sakın unutma” demişti. Bu, onu son görüşümdü. Çok üzgündüm.
Morg yetkililerinin gelmesini beklerken Sonia’nın cansız bedenini örten beyaz çarşafı kaldırdım, bana hayatın anlamını sadece ‘3 L’ harfleriyle öğreten sevgili öğretmenimin cansız yüzünü hıçkırıklar içinde seyrettim. Ölüm gerçeği karşısında çaresiz dize geldim. İnsanlığın varlık nedeni olan ölüm azameti karşısında yenik düştüm.
***
Ölümünden birkaç hafta sonra çalıştığım huzurevine Sonia’nın kızı geldi. Kendisini sağlığında Sonia’yı ziyaretlerinden tanıyordum. Çantasından bir paket çıkardı ve “Annem bu paketi sana vermemi vasiyet etti.” dedi.
Sonia ile sohbet ettiğimiz bahçeye gittim. Paketi itina ile açtım. İçinde; üzerlerine -1- ve -2- rakamları yazılmış iki küçük paket daha duruyordu. Önce -1- numaralı paketi açtım. Pakette Sonia’nın sürekli taşıdığı “3 L” kolyesi vardı.
Şu an, bu satırları yazarken, Sonia’nın ‘3 L’ kolyesi boynumda duruyor.
İkinci paket üzerindeki notta ise “Sonia Rapaport’un Külleri” yazılıydı. Titreyen ellerimle kutuyu açtım. Küllerin bir kısmını avucuma boşalttım. Sonia’nın; derin okyanus mavisi gözlerinin gülümseyişini gördüm, sesi kulaklarımda, sevgi dolu kalbinin sıcaklığını hissettim. Hayatın anlamı benim için allak bullak olmuş, Sonia’nın külleriyle değer bulmuştu.
Kutu kapağına iliştirilmiş bir zarf daha vardı. İçinde, küçük bir kağıda yazılı bir not ve adıma kesilmiş açık tarihli bir uçak bileti: Gideceği Şehir: Kahalui Airport – Hawaii, Maui.
Sonia’nın kendi el yazısıyla yazılmış kağıttaki notu okudum:
“Sana söylemiştim. Maui’ye birlikte gidiyoruz!”
1998 – MAUI
NOT: 1998 Temmuz ayında, Sonia Rapaport’un krime edilmiş küllerini Hawaii – Maui / Napili Körfezi’nden Pasifik Okyanusu’nun mavi sularına serptim. Sonia; cennetin ılık sularında artık sonsuza kadar gülümseyerek yaşayacak.
Mehmet T. Özciğer
Dünyalılar