Yaşam

Sonsuz Uyum, Rahat Mutsuzluk

Sonsuz uyum, rahat mutsuzluk

Doğduğumdan beri kaçmaktayım, öyle hızlı uzaklaştım ki artık kendimi seçemez oldum kalabalıklardan. Pek çok şey düştü hızla koşarken; özgürlüğüm, kişiliğim, yeteneklerim şimdi kayıp. Ve ben tanrının hatta insan tanrıların gölgesinde yalnızlıktan, ölümden, anlamsızlıktan korunduğumu düşünüyorum ama ifademe oturan ve artık kimselerden saklayamadığım mutsuzluk ile başa çıkamıyorum.

freedom_özgürlük

‘Ey özgürlük’ tarih sahnesi uğruna yapılan mücadeleler ile dolu. Ey özgürlük bize vaat edilen kendiliğindenliğin en açık yoluydun sen. Ne güzelde arınmıştık krallardan, dinlerden, geleneklerden! Her seferinde bu son acı, sabret diyen ileri demokrasimiz hala savaşların girdabında. Seninle baş başa kalmak mı zor geldi? Ya da kendimizi fark etmek mi? Yoksa kendimiz olduğumuzda diğer insanlardan soyutlanmak mı?

Ölüm ve yalnızlık insanoğlunun en güçlü korkularından. Dünya ve diğer insanlar karşısında öyle küçük ve önemsiz gelir ki varlığımız hayatımıza sürekli insanlar, düşünceler, gerçekler, yalanlar katarak yazgıyı başkalarıyla paylaşmayı seçeriz. Benim hayatım gibi ama içi tıklım tıklım dolu. Kendimizle kurduğumuz tek ilişki çaresizlik.  Sesimizi her çıkarttığımızda kime nasıl uyduracağımızı düşünmek son derece kaygılı bir varoluş şekli. Hele şişi yakmazken kebaba ara motivasyonu yapmak nasıl da yoruyor.

Hiç kimse değil o kişi olma düşüncesi çocukken tattığımız en heyecan verici keşifti. Hatta ailenin, eğitimin, toplumun boyun eğdiren davranışlarına direnmenin hazzı başkaydı. Ne de olsa karşı gelmek ben olabilmenin, özgürlüğün ilanıydı. Ama tehlikenin somut resmi belirginleştikçe ve tehditler varoluşa yöneldikçe tek kaygımız yaşamda kalabilmek haline gelir. Savaşlar, krizler, açlık, işsizlik korku büyür, büyütülür. Yasaklar artıkça, engellendikçe ya boyun eğersiniz ya da sado-mazoşist bir güç istersiniz.

Güvenlik en büyük talebimiz. Özgürlüğün yanına güvenlik konulur. Güvendesin ve özgürsün. Güvenli özgürlük, normal olmaktan geçer. Uzlaşmaktan… Bu aslında olumsuz bir özgürlük şekli. Ben merkezli  ama ne kadar ben kaldıysa işte. Özgür bir birey olarak haklarım vardır ama özgünlük içermedikçe her şey koca bir yalana dönüşür.

Normal olmak bir kaç standartla her şeyden ayrılır. Farklı olan sadece normalin karşısında olandır, hiçbir standardı yoktur. Bu belirsizlik hali bizi o kadar normalin içine sıkıştırır ki soyutlanmamak adına ilk terk edilen kendilik olur. Normalleşmek için herkes elinden gelenin fazlasını yapar. Zayıflatılmış birey öyle gönüllüdür ki özgürlük sandığının bir uyum süreci olduğunu farkına çok zor varır. “Uyum, düşünülebilecek bütün davranışların ölçütüdür artık.”[1] Uyum esastır. Normallik toplumun her anlamda devamlılığının garantisidir. Ama hasta bir sisteme uyum ne kadar sağlıklıdır? Bizi ne kadar hayatta tutar?

Kendimizi korumak adına sığındığımız her şey aslında kendiliğimize saldırır. Mesela maddi gücümüz artıkça daha özgür davranabileceğimizi hissederiz ya da ancak başarılı olabilirsek saygıyı hak ettiğimizi… Olumsuz özgürlük bağımlılıklarımızı da artıran bir etki yaratır. Ve bu bağımlılıklar eski bağımlılıklara (tanrı, kral vs.) benzemiyor çok daha içgüdüsel ve duygusal olarak karşımıza çıkıyor.  Bu durum bizleri bağımlı kılan unsurlarla mücadelemizde sekteye uğratmakta.

“ Ne var ki özgürlük artışı, özgürlüğün niteliğinde bir değişikliğe yol açmamıştır. Sanki otomobil kullanan biz değilizdir de uymak zorunda olduğumuz sayısız yasalar ve kurallardır.”[2]

Fromm’un belirtiği üzere yaratılan bu özgürlük yanılsaması bizi daha güçsüz ve daha yalnız hissettiriyor. Kendi ayakları üzerinde duran birey, özgürlüğü için çalışmak, rekabet etmek zorundadır. Ama aynı zamanda kişi hangi işte çalışırsa çalışsın sistemde bir makine dişlisi haline gelir ve bu durum onun önemsizleşmesine ve güçsüzleşmesine neden olur. Özgün bir ben olarak bütüne dâhil olamadığımız her durum bir tür oyalanma olmaktan öteye geçemez. Oyalanmalarla geçen ömür aslında büyük resim karşısında ne kadar önemsiz olduğunu insana korkuyla karışık hissettirir. Sahip olduklarıyla tanımlanan varlığı, modern insanı daha çok bencilleştirmektedir. Kaygılı bir şekilde sürekli bir şeylere sahip olma isteği, başkalarına karşı olumsuz düşünceye neden olur. Bu bencillik, sevgiyi sabote eder. Ama başkalarıyla ilişkisi kendi benliğini beslediği için sorunlu olsa da devam eder. Çünkü onay ister. Ne kadar uyabildiğinin ölçütü genellikle diğerleridir. Sevginin onaya dönüşmesi insan için yıkıcıdır.

Düne dair boyun eğdiğimiz tüm bağlardan kopmak insanı bireyselleştirdi gibi görünse de insan gerçek bir özgürlüğe sahip olamadı. Farklı bağımlılıklar ve kurallar bireyin farklı kaçış yöntemleri geliştirmesine neden oldu.  Kendiliği yok eden bu özgürlükten kaçmak ilginç şekilde daha faşizan taleplere neden olmuştur. “Robot insanın umarsızlığı, faşizmin siyasal amaçları için verimli toprakları oluşturur.”[3]Korku büyüdükçe benlik küçülür ve kendini koruyacak bir liman arayışına girer. Günümüzde de bireyin güç karşısında seve seve boyun eğdiğini somut şekilde gözlemleriz. Boyun eğme insanın üzerindeki kaygı, acı, tehdit, tehlike, karar verme gibi birçok yükü üzerinden alır. Bir tür teslim oluştur. Başbakanın “Biat et rahat et” söylemi aslında insanı hayvandan ayıran sorgulama ve farkında oluştan uzaklaş ve bir koyun ol talebidir. Bu çağrı kadar çağrıya gönüllü uyan milyonların varlığı şaşırtıyor ve şaşırtmaya devam etmeli. Ama bu insanların yakın zamana kadar aileye, devlete bakış açılarında baba kültünü benimsediklerini dolayısıyla bağımsız bireyler hala olamadıklarını ve şimdilerde ise giderek belirginleşen bir korku, çaresizlik krallığında yaşadıklarını bilmek birçok şeyi açıklıyor. Farklı olana tahammülsüzlüğün sınırlarının belirginleştiğinin bir örneğini de Cumhurbaşkanının yakın zamanda söylediği sözlerinden bir kez daha anladık. Beyoğlu’ndaki marjinaller rahat durmazsa kulaklarından tutup fırlatılmakla tehdit edildi. Farklı olmak bir renk olabilirdi ama ses olamazdı.

Kendiliğindenliğimizden ne kadar uzaktayız acaba? Tekrar dalıp derinlerdeki beni bulmak mümkün mü? Biliyoruz ki toplumun dışına çıkıp soyutlanmak değil uyumun tersi. Sonuçları itibariyle farklı kişilikler geliştirebilsek de bizler toplumsal evrimin sonuçlarıyız.  Erich Fromm’a göre kendiliğindenliğin formülü şöyledir;  yaratıcı, etkin bir benlik güçlüdür; sevgi sayesinde diğer insanlarla tekleşmenin ve çalışma sayesinde doğayla tekleşmenin yolunu bulabilir. Tabi sevgi onay, çalışmak ise yalnızlıktan kaçma amaçlı değilse. “ Kendiliğindenlik, benliğin bireyselliğini onaylar ve aynı zamanda insanla ve doğayla bütünleştirir.”[4]

 

Hediye Çınar Ekinci

Dünyalılar

 

[1] Max Horkheimer, Akıl Tutulması, Metis Yayınları, sf.122

[2] Max Horkheimer, Akıl Tutulması, Metis Yayınları, sf,123

[3] Erich Fromm, Özgürlükten Kaçış, Payel Yayınları, sf 203

[4] Erich Fromm, Özgürlükten Kaçış, Payel Yayınları, sf 207

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu