BEYAZ YAKALILARDA SOSYAL OFİSLERLE YARATILAN “MUTLUYUM” YANILSAMASI
İnsan hakları, insanlığın var oluşundan bu yana tartışılan ve insanlığın son bulduğu güne kadar tartışılacak olan bir konudur. Kapitalizm ise insan haklarını derinden etkileyen ve birtakım yanılsamalarla kişinin ve toplumun haklarını ihlal eden bir olgudur. Bu kavram, Marx ile beraber ciddi bir temele oturtulmuş ve zamanla şekil değiştirmiştir. Kapitalizmin günümüzde geldiği noktalardan biri: Özellikle “y kuşağı” olarak nitelendirilen ve bugün beyaz yakalı statüsünde iş hayatına atılan kesimin, toplu ve bireysel özelliklerinden kaynaklı iş şartlarına getirdiği zorunlu değişimdir. Kapitalizmin çarklarından biri olan ve beyaz yakalının yaşam tarzına göre şekilleniyor-muş gibi görünen bu sistem, aslında y kuşağının emeğinin daha fazla sömürülmesi için tasarlanan bir kurgudan öteye gitmez.
1980’lerle değişen siyasal ve ekonomik sistemlerin etkisinde, hızlı gelişen teknolojiyle büyüyen y kuşağının iş hayatına atılmasıyla beraber bu insanların sadakatsiz olduğu fikri ortaya çıktı. Girdiği kurumda uzun soluklu çalışamayan, daha rahat şartlarda çalışmak isteyen y kuşağı insanı, farkında olmadan başka bir çalışma sistemi yaratmaya başladı. Bu sistem, son günlerde oldukça popüler olan sosyal ofislerdir. Sosyal ofisler şirketlerin çalışanlarına sundukları bir lütuf olarak görülse de çalışanların daha fazla emek harcaması için hazırlanan ortamlardan öteye gitmiyor.
Bu ofis tarzına öncülük yapan kuruluşlardan biri Google.
Firmanın, çalışanları için hazırladığı ofisler ve çalışma şartları oldukça ilgi gördü ve ardından diğer şirketlerin de benzer yollar izlemesine sebep oldu. “Verimli bir çalışma hayatına adım atma” düşüncesi ile şekillenen ofislerin, görünürde y kuşağının iyiliği için hazırlansa da biraz derine inildiğinde, insanların işe bağlılığını yükseltmek adına “her anlarını kullanmak için tasarlanan mekânlar” olduğu görülüyor. Bu tarz sosyal ofislerde ortak kafeler, grupça çalışılabilen kış bahçeleri gibi alanlar bulunuyor ve insanlar bu alanlarda arkadaşlarıyla sohbet ederken çalışabiliyorlar. Yani şirketler çalışana sürekli bir mola hali -sunarak – ya da molaya ihtiyaç duymadığı bir ortam –yaratarak- onlardan daha fazla emek alıyorlar.
Bazı kurumlar şahsa masa, dolap gibi araçlar vermektense şirkete çalışan kişi sayısı kadar, özel eşyaların saklanabileceği küçük dolaplar yerleştiriyor, yalnızca yöneticilere özel odalar ayırıyorlar. Dolayısıyla şirketlerdeki hiyerarşinin kalkmış olduğu hissi uyandırılmaya çalışılıyor. Durumun böyle olmadığıysa hala var olan -iş yükü, maaş oranı ve saygı- gibi görünmez kurallar söz konusu olduğunda fark ediliyor. “Zorlamaya gelmeyen” y kuşağının mutluluğu her şeyden önemli olarak anlatılsa da asıl amacın daha kanaatkar bir çalışan profili oluşturmaktan öteye gitmediği çok açık.
Gerek yönetimin mekân ile oluşturulan yaratıcılık hissine karşı duruşu, gerekse verim adına bireyleri iş yerlerinde daha uzun tutabilme çabası insanların psikolojisini tehdit eden bir durum halini aldı.
Sonuç olarak kapitalizmin, kendisini yenilemek adına zaman ve teknolojiyle beraber ne denli çözüm üretebildiğini ve çalışan belli bir kitlenin ruh sağlığına zarar verdiğini görüyoruz. Değişen iş şartları, hak ihlallerini ve beyaz yakalı bunalımlarını da kendi gidişatına oturtmaktadır. Halbuki plazalarda sömürülen emekler, harcanan saatler beyaz yakalıya fiziksel ve zihinsel olarak önemli hatıralar bırakmaya devam ediyor. Bel ve boyun fıtıkları, ağır stres altında uzun süre kalma, akşam eve gittiğinde sürekli açık olan iş telefonu ile ilgilenme. Sürekli radyasyon ve sürekli UVL ışınlarıyla haşır neşir olmaktan kaynaklı baş ve göz ağrıları.
Kendisinden sürekli yaratıcılık ve iyi şeyler beklendiği için paranoya hali ya da alternatif kimyasal çözüm yolları gibi…
Y kuşağına çalıştıkları yere karşı aidiyet hissi uyandırma ve şirkete daha fazla bağlama amaçlı yapılan bu kurgu tozpembe bir buluttan ibarettir. Yıllarca sömürüldük, hala sömürülüyoruz sadece sömürülme şeklimiz değişiyor.
Ece Zeren Aydınoğlu