Bir varmış bir yokmuş. M.Ö. 73-71 yılları arasında Trakyalı bir köle Antik Roma Cumhuriyetine kafa tutmuş. Evet, belki zengin ve güçlü Crassus’un ordularına yenilmiş ama tarih sayfalarında adı ondan yüz kat daha fazla bilinir olmuş. Eşitlikçi ve özgürlükçü hareketlerin simgesi haline gelen bu isim hatta Almanya’da bir komünist partiye adını bile vermiş.
Diyeceksiniz niye masal tadında anlatıyorsun? Şöyle ki adam o çağın getirdiği kölelik anlayışına, insanlık onuruna dokunan hareketlere fena içerlemiş ve belki egemen güce karşı tarihin de en önemli isyanını gerçekleştirmiş ama bu gerçeklik ülkemizde tarafımızca ilham alınacak bir durum olarak değil de bir pamuk prenses masalı gibi algılanır olmuş.
Kahraman Trakyalı ve yedi köle kötü kalpli Romalı komutana karşı masalı başka bir yazının konusu olabilir ama şimdi bu noktaya nasıl geldik önce onu irdeleyelim.
Bizde bir şükür anlayışı hâkimdir. Altmışlı yılların eski Türk filmlerinde eve ekmek götüren, haftada yedi gün ölesiye çalışan işçi, karısına ve çocuğuna bir tas çorba ve ekmek parası kazandığı için şükreder. Zira ona daha başkasını isteyebileceği öğretilmemiştir ve daha da önemlisi her türlü medya aracılığıyla da halka bu dikte ettirilir.
Sağlığın yerinde, üstünde damın var, tenceren kaynıyor ya şükür et! Daha fazlasını isteme, haşa! Senin hakkın mı ki bir cumartesi karınla çocuğunla güzel bir çay bahçesinde oturmak? Ne alaka? Zira sen M.S. 21. yüzyıl kölesisin. Köle gibi çalış, itaat et, çorban da kaynasın. Her yağmurda tepene aksa da bir damın var, neymiş o hani girmek için can atıp da girmek istemiyormuş gibi yaptığımız AB ülkeleri gibi ben de daha az ama verimli çalışıp, kendime ve aileme daha çok vakit ayıracağım, insan gibi yaşayacağımlar filan. Spartaküs misin sen? Vatan haini, pis sermaye düşmanı!
Üstelik bu durum sadece o bir tas çorbaya muhtaç mavi yakalı dediğimiz işçi kesiminde değil, beyaz yakalı ofis tayfasında da çok sık yaşanan bir durum haline gelmeye başladı son dönemlerde. Batan bankalar, özelleştirilen kurumlar, ekonomik krizler bahane edilerek toplu işten çıkarmalar sonucunda diplomalı, yabancı dil bilen eğitimli ve donanımlı beyaz yakalı çalışan da şükür işim var moduna getirildi. Hatta çoğu büyük fabrikalarda işçiler her mesai ücretini alıp, mesai saatlerini ve mola haklarını net olarak kullanırken, bu modern köle beyaz yakalılar taşdevri kölelerine dönüştürülüp, kafasını kaldırmadan sorgulamadan çalışmaya başladı. Ve işin ilginci de bunu sorgulayan kişiye kendi çevresinin bile kraldan kralcı bir tutumla sistem tarafında yer alması, piyasada iş bulmanın zorluğundan dem vurması, hayatın koşullarının bu olduğunu anlatması da cabası. Ve bunu ona en yakınları eşi-dostu, babası, kardeşi bile der oldu. Onlara o kadar normal gelir ki bu 7×24 sınır tanımaz kölelik. Cumartesi dinlenmek mi dedin, bizimkiler pazar da geliyor, akşamları 8’de çıkıyoruz, biz hep mesaideyiz, gerekirse pazar da çalışacaksın nidalarıyla cevaplarlar koro halinde.
Tamam, kimse zincire vurulmuyor, arenada dövüştürülmüyor ama bu çağın köleliği de bu değil zaten. Affedersiniz ama 21 yüzyıl geçmiş aradan. Köleliğin ve kötülüğün daha hain ve sinsi değişik şekilleri oluşmuş. Önce kullandığımız pahalı akıllı telefonları, tabletleri, giyindiğimiz marka kıyafetleri, kullandığımız janjanlı arabaları bir kenara itip, özümüzde o Trakyalı köleden bir farkımız olmadığını anlamamız gerekiyor. Beraber heceleyelim,
BEN BİR-KÖ-LE-YİM NOK-TA.
Şimdi durumu kabullendik ama asıl önemli olan bundan sonra ne yapacağımızdır. Beyaz yaka ofis çalışanı dediğimiz kitle beyine yatırım yapan ve yapılan kitledir. Birikimi yıllarca oluşur ki, hani şu İngilizceden gelen ve TDK’nın yerine bir kelime konumlandıramadığı çok havalı Know How denilen olguyu kurumlara veren, yaşatan kişilerdir. Yani iyi eğitimli bir çalışanı 4 sene kurumda tuttuktan sonra onun yarattığı değer kolay kolay yerine konulamayacak şekildedir. Zira kurum onu biçimlendirirken, o da kurumu biçimlendirmiştir. Bu gelişim süreci iki yönlüdür. İşte eğer o beyaz yakalı prens veya prenses kendinin farkına varıp da şöminenin küllerini temizleyeceğine, başkaldırıp baloya gitmeye karar vermelidir ki hakkını alsın.
İşin özüne gelirsek, ey çalıştığı kurum ve patronu için saçlarını süpürge eden beyaz yakalı silkelen ve kendine gel. Senin yıllarca zorladığın beyin kıvrımların o işyeri için bir hazine ve bunu beyin söğüş seklinde sunma, harcanırsın. Değerinin bilinmesini sağla. Şimdi o nasıl olacak oraya gelelim:
Birinci kural; her ne olursa olsun asla işini savsaklama. Kendine saygın gereği ne yapman gerekiyorsa doğru ve yapabileceğinin en iyisini yap.
İkinci olarak bunu iyi pazarla, yaptığın bilinsin. Gerekirse bunu patronun gözüne sok, dürt ki kimse başarını örtbas etmesin, başarından kendine paye çıkarmasın. Şunu unutma ki zaferini sen gururla taşımazsan bunu çalacak birisi her daim vardır.
Üçüncü olarak hoşlanmadığın durum, uğradığın haksızlık için iş yerinde huzursuzluk çıkarıp kavga etme ve göze batma. Kimse huysuz ve saldırgan tipleri sevmez.
Dördüncü adım ki aslında bu ilk adımdan beri hepsine paralel işlemeli, davanı savunacak dayanağı olan bir söylem hazırla ve bunu sayısal kanıtlarla destekle ve etik ve sosyolojik yönlerden de kullanabileceğin tüm argümanları edin.
Artık hazırsın en son adım olarak otoritenin karşısına dikil ve aslanlar gibi derdini anlat ve hak ettiğini almak için mücadele et. Ha sonuçta alırsın alamazsın, o da karşındaki insana ve senin ikna gücüne bağlı. Unutma bu ciddi bir psikolojik savaştır ve sağlam durmalı ve soğukkanlılığını her daim korumak zorundasın.
Bu savaşta en önemli konu da tüm bunları yaparken patrona ve çalışma arkadaşlarına çizeceğin portredir. Ben bunu böyle yapılmasını istiyorum zira bu hepimizin faydasına olacak mesajını vermelisin. Bencilce sadece kendine bir şey isteyenler şımarık bir çocuk gibi algılanır. Patronun o talep ettiği hakkın aslında iş için faydasına inanmalı, çalışma arkadaşların da bu girişiminin sonucunda aynı haklardan kendilerinin de faydalanacağını bilmelidir ki senin bu mücadelen olumlu sonuçlansın.
O zaman ne duruyorsun çağdaş Spartaküs, yap hamleni ve al hakkını. Unutma her iş yeri ayrı bir Antik Roma Cumhuriyetidir. Birinde yenilsen de diğerinde kazanma şansın vardır.
Bilemiyorum, belki de bu dünya üzerinde kimse için bir barış olmayacaktır. Ama şundan eminim ki nefes aldığımız müddetçe kendimize dürüst olmamız gerekiyor.*
* 1960 yapımı Spartaküs filminden
Anarşik Panda