Suç ve Ceza İnsana Ne Yapar?
Babam küçükken, bir katilin bile sevilebileceğini, anlaşılabileceğini hatta savunulmaya hakkı olduğunu söylediğinde çok şaşırmıştım. Bildiğim yargı ve tanımlara göre katiller kötü insanlardı ve kötü insanlar acı ve ceza çekmeli, kimse tarafından sevilmemeliydi. O zamanlar, iç koşullar denen şeyden bihaberdim tabii. İç koşullar olasılığını düşündükçe, kibirli yargılarımı ve hükümlerimi kaybetmeye başladım. Sonra, Tolstoy’un “Onun kalemini Tanrı tutuyor” dediği Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını okudum. Suç ve Ceza, en canavar sandıklarımızın bazen en insan olabileceğini gösterdi, gerçekten bir katilin dahi savunulması gerektiği fikrini anlayabilmeme neden oldu. Bir insanı tek bir olay üzerinden yargılamanın, o insanın geçmişini silmenin ne büyük bir budalalık olduğunu kanıtladı. Ama en önemlisi, kendime arada bir sorduğum “Edebiyatın önemi nedir?” sorusuna okkalı bir cevap bulmama neden oldu Suç ve Ceza. Edebiyat, insanı anlamaya yarar, insanı hoş görülü, düşünür, sorgular kılarken, önyargı cahilliğinin pençelerinden kurtarır. Linç etme, yargılama, kategorize edip dışlama ve ötekileştirme gibi insanlık dışı özelliklerin yok olmasına yardım eder edebiyat.
Yüzyıllardır, toplumun düzenine ayak uydurmayan karakterler yaratıldı. Binlerce kişinin hayatını kurtarma düşüncesiyle cinayet işleyen Raskolnikov, dindar ve fahişe Sonya; Rusya’nın fakir insanları ve fakirliğin Rus halkını düşürdüğü durumlar. Dostoyevski’nin aynı anda hem insan sevgisini hem insan nefretini okuruz satırlarda. Bir katilin, cinayet sonrasında içine girdiği bunalım, geçirdiği sinir krizi, çaresizlik ve hastalıkla dolu geçen zamanlarını okurken, sistemin eğrilttiklerine şahit oluruz. Asıl suçlu ya da asil katil Raskolnikov’dan öte, Batılaşmanın dünyaya verdikleri değil midir diye sorulabilir. Bir sistemi insan yaratırken, ardından olay örgüsü değişir ve sistem insanları yaratmaya başlar. Sistemin sahibi kötü insanlar ve sisteme ayak uydurmuş akılsız ama iyi, iyi ve dindar, iyi ve fakir insanlarla dolar dünya. Sistem bir insanı istediği robota dönüştüremediği zaman, o insan Raskolnikov olur, Oblomov olur, Goriot Baba olur.
Ya edilgen bir şekilde sistemi reddederek ‘gereksiz adam’ olur çıkar, ya tüm sevgisini ahmaklık yoluyla harcamayı seçecek kadar duygusal bir dahi olur ya da binlerce kişiyi kurtarma amacıyla bir ruhsal bunalımın eşliğinde cinayet işler elinde çalıntı baltasıyla. Kuralları koyanlar, cezaları verenler aslında suça eğilimi oluşturan insanlarla aynı insanlardır da, toplum buna bir türlü karşı çıkamaz. Bu bozuk düzenin yağını balını yiyen sığ ruhçuklar bitmeye başlar her yerde. Pyotr Petroviç gibi maddi imkânlarının üstünlüğünü, kadın üzerinde, diğer insanlar üzerinde üstünlük ve modern kölecilik yoluyla eşitsizliğe dönüştüren ve eşitsizliğiyle hayatının sefasını sürmeye kararlıdırlar bu Pyotr gibi adamlar. Ve tabii bir de sıfatlar vardır. Bir fahişeyseniz, hayatın sizi buna zorladığı nedeni düşünülmeden, en kötüsü olur çıkarsınız en iyiyken siz. Raskolnikov’u ne Sonya’nın önerdiği din düzeltebilir, ne de ailesi. O gittikçe kaçan bir insana dönüşür. En büyük cezayı kendisine veren yine odur aslında.
Dostoyevski, dünyanın en önemli yapıtlarını veren adamlardan biri kuşkusuz. Tezler ve anti-tezler yaratarak sürekli başka şeyleri sorgulamamıza neden olan adamdır o. Romanlarını ilmik ilmik örer adeta. Görünmeyenleri görünür kılarken, insanlığın nasıl bir kukla gösterisine dönüştüğünü gözlerimizin önüne serer.
Kardelen Uysal (kardelensis.uysal@gmail.com)