Günümüzde hemen hemen herkes gebelik sırasında geçirilen bazı hastalıkların ve uygulanan bazı tanı metotlarının ve tedavilerin hem anne hem de çocuk için olumsuz etkilerinin olabileceğini biliyor. Ne yazık ki insanlık bu bilginin bedelini çok ağır bir şekilde ödemiştir. Bu bedel, tarihteki en korkunç tıbbi trajedinin adıdır.
Thalidomide adlı ilaç, Batı Almanya’da 1954 yılında ilaç firması Chemie Grünenthal tarafından kimyasal bir kaza eseri tesadüfen bulundu ve hayvanlar üzerinde yapılan bazı testler sonucu olumlu geribildirimler alınınca, 1 Ekim 1957 yılından itibaren, 1960’lı yıllara kadar Batı Almanya’da özellikle hamile kadınlar tarafından kullanılmaya ve 46 farklı ülkede de mucize ilaç olarak pazarlanmaya başlandı.
O tarihlerde doktorlar sıksık, bulantı ve kusmaya uykusuzluğun eşlik ettiği ” sabah bulantısı” sorunuyla gelen gebe hastaları için thalidomide’in ticari bir formu olan Contergan’a reçetelerinde yer vermeye başladılar. Giderek dünya genelinde yaygınlaşan thalidomide; Distaval, Asmaval, Distaval Forte, Tensival, Valgis, Valgraine.. gibi pek çok marka adı altında piyasaya sürüldü.
Zamanla ilacı almaya başlayan hamileler; uykuya eğilim, halsizlik, kabızlık, deride kızarıklıklar, ciddi kafa ve mide ağrıları, ellerde ve ayaklarda uyuşma, baş dönmesi, sinirlilik, titreme, kulak çınlaması, depresyon gibi yan etkilerden söz etmeye başladılar. Bir yıl içerisinde ise thalidomide kullanan anneler, çok sayıda doğumsal anomalili bebek dünyaya getirmeye başladı. En yaygın doğumsal defekt ise; normalden kısa, malforme, yüzgeç benzeri kol ve bacaklarla kendini gösteren “fakomeli (phocomelia)” idi. Hatta bu anomaliyle dünyaya gelen çocuklara “flipper babies (yüzgeçli bebekler)” denmeye başlandı.
Diğer doğumsal bozukluklar ise; gelişimini tamamlayamamış parmaklar, sağırlık, körlük, yarık damak ve kalpte, sinirlerde, cinsel organlarda, böbreklerde, sindirim sisteminde malformasyonlar şeklinde açığa çıkmaktaydı. Bazı vakalarda anneler sadece bir tablet thalidomide almıştı. Özellikle gebeliğin en kritik noktası olan ilk üç ayda (ilk trimester) alınan tek dozun bile fetüs üzerinde feci yan etkilerinin olabileceği daha sonra anlaşılacaktı. Çünkü bu ilaç, anne ile fetus arasında yer alan plasental bariyeri geçip konjenital deformitelere yol açabilen bir teratojendi.
İlaç firmaları başlangıçta, giderek artan thalidomide ile ilişkili doğumsal bozuklukları ve yeni doğan ölümlerini inkâr etse de bu ciddi yan etkiler medya yardımıyla dünya çapında duyulmaya başlamış, saygın tıp dergileri bu ilacın çok sayıda yan etkisini detaylarıyla yayımlamıştı.
Sonuçta thalidomide tüm dünyada piyasadan çekildi. Fakat bu tıp felaketinden etkilenen aileler ve thalidomide kurbanları için çok geç alınmış bir karardı. Dünya üzerinde 46 ülkeden 10.000’in üzerinde bebek ilacın yan etkisi nedeniyle sakat olarak dünyaya geldi ve bunların yaklaşık yarısı da thalidomide’in yüksek mortalite oranı sebebiyle erişkin bir birey olamadan yaşama veda etti.
Tüm dünyada halen bu ilaçtan dolayı mağdur durumda bulunan binlerce insan yaşamını devam ettirmekte ve birçok ülkede devlete karşı açtıkları tazminat davaları devam etmekte.
Peki Türkiye’de durum ne?
Bu sorunun cevabına ulaşmak için Dünya tıp tarihi ve tabii insanlık tarihi için çok değerli bir yeri olan Ord. Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün’ü tanımak gerekiyor. 1960’larda kök hücreden ilk kez söz eden ve bu konuda, ABD ve Almanya’da kök hücre çalışmaları yapmış ilk hekim.
Hamilelik sancılarını önleyen ve harika ilaç olarak piyasaya sunulan thalidomide Türkiye’de onay aşamasındayken Prof. Dr. Aygün tarafından mercek altına alındı ve sakıncaları tespit edildi. Sağlık Bakanlığı’nı uyaran Prof. Dr. Aygün ilacın Türkiye’de kullanımını engelledi. Bu sayede Türkiye’de sakat doğumlar yaşanmadır. Bu vesileyle değerli hocamızı minnetle anıyoruz.
Derleyen: Sibel Çağlar