Yaşam

Türkiye’de Çocuk Hakları: Ne Değişti?

Dünyada çocuk refahı alanında önemli gelişmeler var ancak sorunlar halen karmaşık. UNICEF’in 2010 raporunda da işaret edildiği gibi; yoksulluğa maruz kalan çocuk oranı, aynı durumdaki yetişkin oranından daha yüksektir.

 

20 Kasım 1989’da Birleşmiş Millet Genel Kurulu’nda onaylanan Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeyi Türkiye, 29-30 Eylül 1990’da imzalayıp, 9 Eylül 1994 tarihinde onayladı. Sözleşme 27 Ocak 1995’de Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Sözleşmenin neyi hedeflediğini anlamak için önsözünü okumak yeterli. Sözleşme, insanlık ailesinin tüm üyelerinin, doğuştan varlıklarına özgü bulunan haysiyetle birlikte eşit ve devredilemez haklara sahip olduklarını, amacın daha geniş bir özgürlük ortamında toplumsal ilerleme ve daha iyi bir yaşam düzeyi sağlamak olduğunu, herkesin özgürlüklerden hiçbir ayırım gözetilmeksizin yararlanma hakkına sahip olduğunu, çocukların özel ilgi ve yardım hakkı olduğunu, çocukların gelişmeleri ve esenlikleri için ailelerin gerekli koruma ve yardım görmesinin zorunlu olduğunu, çocuğun kişiliğinin tam ve uyumlu olarak gelişebilmesi için mutluluk, sevgi ve anlayış havasının içindeki bir aile ortamında yetişmesinin gerekliliğini vurgulamaktadır.

2010 Kasımında Biamag’a “Türkiye’de Çocukların Durumu: Bardağın Boş ve Dolu Tarafı” başlıklı bir yazı yazmıştım. Yazıyı tekrar okudum.  “Türkiye, çocuk haklarının tanıtılması, yaygınlaştırılması, izlenmesi ve uygulanması konusunda 1990’lı yıllara göre çok daha iyi durumda ancak değişim ve gelişimin hızının yetersiz olduğu da ortada. Daha atılması gereken çok adım var” diye yazmışım.

Değişen ne oldu diye düşünmeye başladım, düşünürken aklıma ilk gelen Pozantı Cezaevi’nde yaşanan istismar ve kötü muameleler oldu. İnsan aklına söz geçiremiyor. Çocuğa yönelik şiddet ve istismar vakalarındaki artış, çalışan çocuklar, yaşam haklarını kullanamayan çocuklar diye sıralamaya başlamıştı ki zihnim, Efe Boz’un yaşamını yitirmesi ve sonrasında yaşananlar gözümde canlandı.

Kendi kendime çok sayıda olumlu gelişmeye tanıklık ettik dedim. Çocuklara ilişkin temel sosyo-ekonomik göstergelerdeki iyileşme, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulması ile öne çıkan “ihtiyaç temelli hizmet sunumu” stratejisi (henüz somut bir gelişme olmasa da söylemin baskın hale gelmesi önemli), okul öncesi eğitim alanında yaşanan gelişmeler… Listeyi uzatmak olanaklı. İki yıl önce yazdığım yazıda kullandığım cümleye yeniden baktım “Türkiye, çocuk haklarının tanıtılması, yaygınlaştırılması, izlenmesi ve uygulanması konusunda 1990’lı yıllara göre çok daha iyi durumda ancak değişim ve gelişimin hızının yetersiz olduğu da ortada. Daha atılması gereken çok adım var”. Bu cümleye eklenecek fazlaca bir şey olmadığını düşündüm.

Gerçekte küresel düzeyde sosyo-ekonomik koşulları çocuklar açısından irdelediğimizde ortaya çıkan sonuç farklı değil. Dünyada çocuklarla ilgili temel göstergelerde önemli ölçüde iyileşmeler yaşandığı açık olarak görülse de eşitsizlik temelli sorunların giderek daha fazla görünür olduğu ve çocukların karşı karşıya olduğu yapısal sorunların varlığını sürdürdüğü görülüyor. Örneğin, bilgi toplumu tartışmalar sürüp giderken dünya üzerinde her gün otuz binden fazla çocuğun doğrudan yoksulluk ile ilişkili nedenlerle yaşamını yitirmesi engellenemiyor[1]. Tahminlere göre dünyada her gün üç bin çocuk insan ticaretinin kurbanı oluyor[2]. Dahası, dünya üzerindeki her dört çocuktan birisinde gelişim yetersizliği var ve gelişmekte olan ülkelerde bu oran üçte bire çıkıyor[3].

Buna karşın Birleşmiş Milletler Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin genelde dezavantajlı grupların ve özelde çocukların yaşam koşullarını belirli ölçüde geliştirilmesine katkıda bulunduğu anlaşılıyor. Örneğin, günde 1,25 ABD Doları’ndan daha az bir parayla yaşayan insanların oranı 1990’da yüzde 47’den 2008’de yüzde 24’e, dünya nüfusunun artmasına karşın 1990’da 12 milyon olan beş yaş altı çocuk ölümleri, 2010’da 7,6 milyona gerilemiş. Tüm gelişmekte olan bölgelerde eğitime devamda kız ve erkek çocukları arasındaki okullaşma farkı azalmaktadır. 1999’da yüzde 91 olan kız/erkek okullaşma oranı 2010’da yüzde 97’ye yükselmiş[4].

Kısacası dünyada çocuk refahı alanında önemli gelişmeler var ancak sorunlar halen karmaşık ve sistemik.

Türkiye’de geldiğimizde…

Çocuklarla ilgili göstergeler birçok alanda gözle görünür bir iyileşmeye işaret etmektedir. Türkiye’de yedi yaş altı çocuklar için beklenen okula devam süresi 2006’da 11,6 yıl iken 2011 yılında 11,8’e yükselmiştir.

2011-2013 Milli Eğitim İstatistikleri[5]’ne göre okul öncesi eğitimde okullaşma oranı üç beş yaş aralığı için yüzde 30,87, dört beş yaş aralığı için yüzde 44.04, beş yaş için ise yüzde 65,69’dur.

İlköğretimde okullaşma oranı yüzde 98,67, ortaöğretimde yüzde 67,37’dir. 2010-2011 verilerine yükseköğretimde okullaşma oranı ise yüzde 33,06’dır.

Sağlık göstergeleri açısından temel göstergelerin önemli ölçüde iyileştiği açıktır. 2005 yılında her 1000 canlı doğumdan 21,4’ü (2005) bir yaşından önce ölümle sonuçlanırken bu oran 2011 itibarıyla 7,7’ye düşmüştür.

Çocuk ölüm hızı (beş yaş altı) yaklaşık olarak binde 26,6’dan binde 11,3’e (her bin canlı doğumda) düşmüştür.

Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2011’e göre sağlık kuruluşlarında gerçekleşen doğumların tüm doğumlar içindeki oranı, 2002’de yüzde 75 iken 2011 itibarıyla yüzde 94’e yükselmiştir.

Erken çocukluk eğitimi ve anne-baba eğitiminin yaygınlaştırılması konularında önemli gelişmeler yaşandığı gözlenmektedir. Çocukların iyi beslenmesi ile ilgili kentsel ve kırsal alanlardaki farklılıklar azalmaktadır. 2008 yılında kırsal alanda düşük ağırlıklı çocukların oranı yüzde 4,8 iken, kentsel alanlarda yüzde 2,1 olarak bulunmuştur. Son bulgular Türkiye’de gıda yoksulluk oranının 2008 yılı itibarıyla yüzde 0,54 olduğunu (bu rakam 1994’te yüzde 2,9’dur.) ortaya koymaktadır[6].

SHÇEK (Mülga) döneminden başlayarak koruma ihtiyacı içindeki çocuk ve ailelere yönelik sosyal yardım ve sosyal hizmet programlarının nitelik ve nicelik açısından geliştirildiğini de eklemek gerekmektedir.

Yapılanmasını henüz tamamlayan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın öne çıkarttığı söylem çocuklar için koruyucu-önleyici sosyal hizmet anlayışının gelişeceğini göstermektedir. Türkiye’de bardağın dolu tarafının kısa bir özeti bu şekilde aktarılabilir, çok daha fazla göstergede olumlu gelişmeleri görmek olanaklıdır.

Bir de bardağın boş tarafına bakalım. UNICEF’in 2010 yılı raporunda da işaret edildiği gibi; yoksulluğa maruz kalan çocuk oranı, aynı durumdaki yetişkinlerin oranından daha yüksektir[7].

15 yaşından küçük çocukların neredeyse dörtte biri ulusal yoksulluk sınırı altındadır – kırsal kesimde ise bu oran beşte ikinin üzerindedir. 15 yaşından küçükler arasında yoksulluk kentsel alanlarda yüzde 14.47 iken kırsal kesimde yüzde 44.92 düzeyine çıkmaktadır[8].

Ayrıca, çocuklar arasındaki göreli yoksullukla ilgili son OECD verilerine göre Türkiye’de bu yoksulluğun yüzde 24,6 ile OECD ülkeleri arasındaki en yüksek oran olduğunu göstermektedir. [9]

İlkokulda olması gereken yaklaşık 70 bin çocuğun kaydının olmadığı görünmektedir[10].

Çocuk ve gençlere yönelen okul dışı serbest zaman etkinliklerinin son derece sınırlıdır. Mevcut göstergeler incelendiğinde yaklaşık 15 yılda yargılanan çocuk sayısının iki kat arttığı görülmektedir[11].

Çocuk işçiliği rakamlarında önemli düşüşler yaşansa da sorunun ciddiyeti devam etmektedir. Çocuğa yönelik şiddet, ihmal ve istismar giderek artan bir biçimde çocuklarla çalışan profesyonelleri endişelendirmektedir.

Peki, bu gelişmelere karşın varlığını sürdüren sorunları nasıl açıklamak gerekiyor? Sorunun yanıtı yukarıdaki rakamlarda gizli. Eşitsizlik. Küresel ekonomik sistemin sürdürülemez olduğu söylemi son yıllarda sıklıkla dile getiriliyor. Dünya nüfusunun yüzde 1’i küresel varlıkların yüzde 40’ına sahip. Eşitsiz paylaşım sorunu dünyayı belirli gruplar için giderek daha yaşanmaz bir hale dönüştürüyor. Bazı gruplar için yoksulluk döngüsünü kırmak olanaklı olmuyor. Böylece “iyi niyetli” çabalara karşın yapısal dönüşüm sağlan(a)madığı için risk altındaki çocukların sayısı sadece azalıyor.

Tüm bu tabloyu çocuk haklarını temel alarak yorumlarsak: Çocukların yaşam hakkının korunması açısından halen önemli risklerin var olduğu, bu risklerin hem ailede hem de kurumsal ortamlarda varlığını sürdürdüğü, yoksulluk, şiddet ve istismar döngüsünün çocukların gelişme hakkından yararlanmaları önündeki en önemli engel olduğu yanı sıra gelir adaletsizliği ve buna dayalı olarak belirginleşen bölgesel/kentsel farklılıkların yaşam ve gelişme hakkını tehdit ettiği, fırsat eşitsizliğinin çocuklar özelinde toplumsal barışı tehdit eden en önemli unsur olduğu rahatlıkla söylenebilir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, engellilik olgusunun, kırsal bölgelerde yaşamanın, etnik ve dini farklılıklara sahip olmanın çocuklar için önemli sorunları tetiklediği unutulmamalıdır.

Ne yapmalı sorusunun yanıtı ise çocuk politikası üzerine çalışan herkesin malumu. Türkiye’de çocuk refahı konusunun önemi geniş toplumsal kesimler ve karar vericiler tarafından biliniyor, bu noktada sivil toplum örgütlerinin katkısını unutmamak gerekir. Son yıllarda çocuklara yönelik hizmet ve programların sayısının arttığı, nitelik açısından geliştirildiği gözlemleniyor. Ancak temel eksiklik,  kapsayıcı bir ulusal çocuk politikasının yaşama geçirilememesi. Bu nedenle, çocuklarla ilgili göstergelerde sektörel temelli iyileşmeler olsa da bu gelişmeler fotoğrafın bütününe yansımıyor. Keskin gelir dağılımı eşitsizlikleri toplumsal yapıyı ikiye bölüyor. Bu eşitsizlikler sadece bölgesel temelli değil, yaşadığımız kentlere biraz daha yakından bakmak yaşamlarımız arasındaki keskin farklılıkları görmemizi sağlayabilir. Yapılması gereken, çocuk hakları temel ilkeleri ve çocukların gelişimsel ihtiyaçları temelinde, sağlık, eğitim, sosyal hizmetler gibi farklı sektörlerin entegre bir şekilde çalışmasını sağlayacak bir mekanizma kurmaktır.

 

Kaynak :  

Doç. Dr. Hakan Acar, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü Öğretim Üyesi.

www.dunyalilar.org


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu