Başlangıçtan beri sembollerle kendilerini anlatıyor insanlar. İletişim teknolojilerinin izin verdiği kadarıyla mağara duvarlarından, kitap sayfalarına, elektronik ortamlara kadar sürekli bir şeylerle kendini ifade etmek istiyor.
Teknoloji ilerledikçe insanların duygularını ifade etmelerinde daha demokratik bir ortama doğru yol alıyoruz. Sosyal medya, özelde Twitter, anındalığı, etkileşim olanağı, 140 karakter sınırlılığı ve hatta anonimlik imkanı ile insanların bu olanağı rahatça kullandıkları bir alan haline geldi. Ne de olsa Oscar Wilde’ın dediği gibi “insan kendi kişiliğinde konuşurken çok az kendisidir, ona bir maske ver ve sana doğruyu söylesin.”
Şimdi bakalım insanlar Twitter’da duygularıyla ilgili neler söylemişler?
İnsanlar tweet’lerinde en çok olumsuz duygularından bahsetmişler. Neredeyse iki milyon twitter kullanıcısı nefret kelimesini kullanmış. Bu durum iki türlü gözlemlenebilir. Ya en çok hissettikleri duygu nefret ya da en rahat ifade ettikleri duygu nefret. Takip eden duygular da pozitif olmaktan uzak. Sıkılma, utanma, korku vb… Bu durum açıkça, insanların yaşadıkları hayattan memnun olmadıklarını gösteriyor. Ve sonraki ifadelere bakılırsa değişeceğine dair pek bir umutları da yok. Zizek’in dediği gibi, “insanlar uzaylıların geleceğine içinde yaşadıkları sistemin değişeceğinden daha fazla inanıyorlar.”
KENDİ HALİMİZDEN NEFRET EDİYORUZ
Peki insanların bu nefret, korku, vb.. duygularının nesnesi ne? Ötekileştirdikleri, yabancılaştıkları, rekabet ettikleri diğerleri, yani herkes. Ortega Y Gasset’in belirttiği anlamda herkesten nefret ediyor insanlar.
Bu ortalama, konformist, sinik insan tipi herkesi oluşturuyor. İnsanlar kendi potansiyeline karşı yaşadığı bu hayatla, potansiyeline ettiği ihanetin vicdan azabı karşısında arınma arayışı içinde her türlü cezaya hazır bir durumda.
Fakat Amerikan Sapığı kitabında söylendiği gibi “biz cezasını bulamamış bir nesiliz.” İkiye bölünmüş kişiliğimiz Dr Jeykl ve Mr Hyde arasında Victoria çağındaki çatışma yerine iğrenç bir ilişki var. Mr Hyde, vahşi kapitalizm için bir gereklilik. Dr Jeykl ise ancak bir medeniyet kabuğu haline düşmüş.
Bu durumun üretim ilişkilerinin temelinde yükselen bir toplumsal yapıdan kaynaklandığını görmek gerekir. Kıskançlığın, insanların tüketme hırsının, acımasız rekabetlerinin arkasında hep var olma çabası var. Öylece kendimiz olarak varolmanın mümkün olmadığı ancak sistemin içerisinde kredi kartımız ve omuzlarına basarak yükseldiğimiz yerimizde ötekine yansıttığımız tüm özelliklerimizle aslında kendi halimizden nefret ediyoruz.
Ortaya çıkan bulgulardan görüyoruz ki, aşk gibi yüce duyguları bile insanlar alışveriş metalarına bağlı olarak kullanıyorlar. Animist bir yaklaşım bile diyebileceğimiz bu yaklaşımın altında şeyleşmenin (reification) ve metalaşmanın (commodification) yattığını görmemek mümkün değil.
MUTLULUĞUN KAYNAĞI TÜKETİM
İnsanlık, tarihi boyunca mutluluğun peşinden koştu ve ulaşmanın formüllerini üretti. Mutluluğu bazen doğada buldu, bazen akılda, bazen ruhun eğitiminde… Günümüzde ise açıkça mutluluğun kaynağı tüketimdedir. Fakat ekonomik yapının içinde tüketim imkanları kısıtlı insan tüketemedikçe daha da fazla hırçınlaşmaktadır. Rekabet gittikçe daha sertleşmekte ve yaşam yaşanmaz bir hal almaktadır.
Mutluluk edinilebilir bir şeydir ama günümüzde edinmek fiili, yerini satın almaya bırakmıştır. Örneğin hiçbir zaman tamamlamayacağınız kurslara parayı yatırdığınızda bir iç rahatlaması hissedersiniz. Sanki edinmiş gibi… Oysa o bilgiyi edinmeniz parayı vermenize bağlı değildir, sizin zihinsel melekelerinize kalmıştır.
Güvenli öngörülebilir bir yaşam için söylenebilecek en iyi sözü Adorno kitabının ilk alıntısı olarak kullanmıştır: Yaşam yaşamıyor.
Yrd. Doç. Dr. Ufuk Eriş – Anadolu Üniversitesi, İletişim Bilimleri Fakültesi