Yaşam

Umudun Yeri, Yurdu; Aşk

Yürümez bu devirde ilişkiler, yürümez elbet!

Aşk yanı başında akıp giden hayatın izleyicisi olmaktan kurtulduğumuz ilk an gibi… Kendince bir film yaratmak, yaşama katılıp derin etkiler bırakmak gibi… Ölüme direnmek gibi… Aptalca da olsa umut etmek gibi… Aşk bir dans gibi tutkulu ve ahenkli.

Güzel şey elbet aşk ama bir de şişede durduğu gibi dursa. Durmuyor bence… Sarsıcı bir tutkuyla başlar aşk. Elinizde hayatın sıcacık damarlarını hissetmek yorucu ve hatta yakıcı oluyor çoğunlukla.

Aşkın mutsuzluk tarihi de gerçek bir lanet zaten. Aşk ya kavuşulmamaya hapsolur ya da kavuşulup aşkın bitmesiyle sonlanır. Gökten düşen 3 elma, erilen muradın ve aşkın bittiğinin habercisi olur bizler için.

Asıl koşuşturmamız yenmeye çalıştığımız yalnızlığadır hep. Yarattığımız birçok kutsal kurgunun altında da aynı sebep vardır. Mesela toplumun varlığı, yalnızlığın içeriksiz çözümü gibidir. Düzen için uyulan her şey sadece fiziksel yakınlığın garantisidir. Mecburiyete dönüşen düğünler, toplantılar, törenler vs bağımlı bir bağlılık hali. Tüm bu ritüeller reddedilemeyen birliktelik isteğinin eksik çözümleri gibidir. Birer oyalama taktiği devam eder ve ertelenir sürekli yalnızlık.

Pasif ve alıcı olmak sevginin doğasında hiç yok. Aidiyet de yok onda. Herkes bir şeyler almaya çalışır başkasından güç, para, sığınılacak gölge, yaşam. Kendini değersiz hisseden biraz değer alır değerliden, kendisini mutsuz hisseden biraz güç alır güçlüden. Değerli ve güçlü olmak birlikteliğin göz kamaştırıcı özellikleridir. Bu iki özellik de kapitalist toplum tarafından belirlenen ve en iyi ayarlanabilen özellikler olması manidar elbet.

Bu tür birliktelikte ya yönetmek ya da yönetilmek payımıza düşen. Ebedi yalnızlığımızdan kaçarken bir tür güç oyunu oynarken buluruz kendimizi. Parçalanmış ve tanınmaz kimliklerimizle bir ve aynı oluruz bir başkasıyla. Dolaysıyla iç içe geçmiş bir birliktelikte kaybederiz kendimizi. Yaratıcılık, değişim, dönüşüm hepsi uzaklaşır bizlerden…

İyi hissettirmek üzerine kurulu evlilik oyununu kurallarıyla oynamak da sevgi değil aslında: hayata karşı birlikte ama yalnız. Bir alışveriş sürerken civarlarda, iyi bir kurguda rol alır çiftler. Sevmeden sevilmek çabası kurgunun adı olur. Ve tüketen bir beklenti çılgınlığı içinde her şey daha yorucu hale gelir. Tolstoy Kroçyer Sonatı’nda kendi 48 yıllık evliliğine imada bulunarak söyle der: “Biz, aynı zincire bağlanmış iki kürek mahkûmuyduk.”

Sevebilme yetisi modern insanın bildiği bir yeti değildir artık. Sevmeyi onaylanmakla eş değer tutar. Bu da onu uyumlu bir tek tipliğe bağlar. Bir ihtiyaç nesnesi gibi belli özelliklere sahiptir. Paralıdır, havalıdır vs. bunlara ihtiyacı olan için açıktır, mezattır her şey . Ama önceleri etiketler sayesinde sevgili için yükselen duygular sonradan onun olduğu gibi olmasına da dayanamaz. “Oda hizmetçisi için kahraman yoktur”

Birliktelik bir olmakla, onaylanmak sevilmekle karışır. Ve tükenmek, tüketmek ilişkilerin temel dinamiği olur. Her yeni ilişkiye binlerce umut bağlanır ama gün sonunda ilişkiler bencillik altında yok olur gider. Sevmek bir kaçış olamaz çünkü kendinden uzaklaşamazsın. Kendini değiştirebilirsen umutlanabilirsin sevgi için çünkü sevmek kişisel bir olgunluktur.

Yürümez elbet bu devirde ilişkiler yürümez biz biz değilken ve yürümez henüz basitçe hiç kimseyi sevemezken!

Sevmek bütün olarak algılamaktır karşısındakini. Sevmek özgürce bir eylemdir. Ve sorumluluk gerektirir. Büyümesini, gelişmesini desteklersin sevginin. Böylelikle tüm paylaşımlara açık olur: sevinçler, tecrübeler, bilgiler, yetenekler, ilgiler, üzüntüler yaşanır ve canlanır yaşam. Sevgi yaşamdan yanadır. Beslendiği her şeyle yıkıcı, yaratıcı, dönüştürücü bir güçtür. Sevgi özgürlüğü, saygıyı, sorumluluğu, yaratıcılığı ve bilgiyi yeniden anlamlı hale getirir. “Sevmek, bir tutumdur.” Ani ve geçici duygularla ortaya çıkmaz. Bir algılayış sorunudur, bir çözüm yoludur. Bir kişiye değil bütünüyle insana ve yaşama açar insanı. Sevebilmek bir yetenektir ve bu yeteneğinin geliştiğini kuşatıcı bir sevmeye dönüştürdüğünde anlayabilirsin. İnsanları özüyle seversin ve bu özü herkes ve her şeyde bir nebze bulmak gerek. Nazım, Piraye’sine söyle seslenir: “ İçimde ikinci bir insan gibidir seni sevmek saadeti”

Hediye Çınar Ekinci

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu