Nick Middleton’u ilk gördüğümde haritalarda yer almayan ve hakkında kitap yazılmayan ülkelerle ilgili bir konuşma yapıyordu.
Bunlara “var olmayan ülkeler” diyor Middleton. Atlantium, Christiania, Elgaland-Vargaland gibi fantastik isimlere sahip olsalar da bunların tümü, yurtsever vatandaşları olan gerçek yerler. Belki de farkında olmadan birini ziyaret etmiş bile olabilirsiniz.
Dünyanın birçok yerinde gerçek bir ülke olma özelliklerine sahip olan, yani belli bir nüfusu, hükümeti, bayrağı ve para birimi olup da çeşitli nedenlerle Birleşmiş Milletler’de yer bulamayan ve dünya haritalarında yer verilmeyen bölgeler var.
Oxford Üniversitesi’nde coğrafyacı olan Middleton, yeni kitabı Var Olmayan Ülkeler Atlası’nda (An Atlas of Countries That Don’t Exist) bu topraklardan söz ediyor. Kitabı karıştırırken sanki unutulmuş bir tarih ve zengin bir kültür içeren paralel bir dünyada gezinti yapıyormuşsunuz gibi geliyor. Bu dünyanın uluslararası bir futbol ligi bile var.
Middleton bu konuyu araştırmaya başladığında ne çok böyle yer olduğunu görerek şaşırmış. Sorunu, ülkenin tanımı konusunda bir kesinlik olmamasına bağlıyor. “Bir coğrafyacı olarak bunu şoke edici buluyorum” diyor. Bazıları 1933 tarihli Montevideo Sözleşmesi’ne gönderme yapıyor. Buna göre bir ülke için gereken özellikler şunlar: sınırları belli bir toprak parçası, orada sürekli yaşayan bir nüfus, hükümet ve “diğer devletlerle ilişki kurma kapasitesi”.
Fakat bu koşulları yerine getiren birçok ülke Birleşmiş Milletler’de yer almıyor. Örneğin Tayvan, 1971’e kadar Genel Kurul’da yer almış olsa da sonra Çin onun yerini alıyor. Birleşik Krallık bile ilginç bir konumda. Buradaki yasalara göre Birleşik Krallığı oluşturan İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda ayrı ayrı devletler ve her birinin ayrı spor takımları var. Ama BM’de bir tek sandalyede ortak temsil ediliyorlar. “O halde İngiltere bir ülke midir? Bu kritere göre, değil” diyor Middleton.
Fakat İngiltere de İskoçya da onun Atlasında yer almıyor. Middleton kitabında Montevideo şartlarına uyduğu halde BM’de yer almayan ülkeleri esas almış. Bu tür ülkeler ‘Temsil Edilmeyen Birleşmiş Milletler’ adıyla alternatif bir yapı oluşturmuş.
Bu ülkelerden bazıları gazete okuyanlar açısından tanıdık isimler. Tayvan, Tibet, Grönland ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gibi. Diğerleri ise daha az bilinen türden, ama daha az ciddi değil elbette. Middleton egemenliklerini yeniden elde etmeyi ümit eden Kızılderililerden örnek veriyor. Bunlardan en önemlisi ABD’nin tam ortasında Rocky Mountains’ın doğusunda yer alan Lakota Cumhuriyeti. Burası Lakota Sioux halkının kutsal toprakları sayılan Balck Hills bölgesini geri almak için başvurduğu bir girişim.
ABD hükümeti 1868’de imzaladığı anlaşma ile bu kabilenin bu topraklarda yaşama hakkını tanımıştı. Fakat ‘Altına Hücum’ dönemini öngöremezdi bu anlaşma. Zengin olma umuduyla insanlar bu kutsal topraklara doluştuğunda anlaşma unutuldu. Lakota halkı bu konuda kendilerinden özür dilenmesi için yüz yıldan fazla beklemek zorunda kaldı.
1998’de yüksek mahkeme Lakota Sioux halkına 600 milyon dolar tazminat ödenmesine karar vermişti. Mahkeme “Tarihimizde bundan daha sahtekarca bir uygulama bulunamaz” demişti. Ancak Siouxlar parayı reddetmişti. “Parayı alırsak işlenen suça onay vermiş olurduk” diyorlardı. 2007’de Washington’a yürüyen bir delegasyon ABD’nin bu topraklardan resmi olarak çekilmesini talep ediyor ve bağımsızlık için yasal mücadeleye devam edeceklerini söylüyordu.
Benzer mücadeleler diğer kıtalarda da yürütülüyor. Afrika’da 3,5 milyon nüfusa sahip Barotsaland Zambia’dan, Ogoniland ise Nijerya’dan ayrılmak için uğraşıyor. Her ikisi de 2012’de bağımsızlığını ilan etti. Avustralya’da ise 2013’te Murrawarri Cumhuriyeti kuruldu.
Middleton’un kitabında yer alan ülkelerin hepsinin tarihi eskilere dayanmıyor. Avustralya’da Hutt River, hükümetin katı tahıl kotasından kurtulmak isteyen birkaç çiftçi ailesinden oluşan küçük bir “prenslik” olarak ilan edildi. Bunlar kendi kraliyet unvanlarını alıp, ayrı para birimlerini ve posta hizmetlerini oluşturdular. Ancak başlangıçta mektupları Kanada üzerinden postalanıyordu. Onyıllar süren yasal süreçten bıkan hükümet sonunda pes etti ve bu aileler artık Avustralya’nın vergi düzenlemelerine uymak zorunda değil.
Avrupa’da ise Shetland Adaları’ndan biri olan Forvik şeffaf hükümeti teşvik eden bir İngiliz tarafından kurulmuştu. Britanya kıyılarına yakın Sealand ile Kopenhag’daki Christiana ise diğer örnekler. Burası 1971’de eski bir ordu karargahını işgal edip kullanan bir grup insan tarafından kuruldu. Sayıları bugün 850’yi bulan bu ülke vatandaşlarına Danimarka hükümeti birçok konuda göz yumuyor.
Bu örneklerin bazıları gerçekten de ilginç ve Middleton ancak çok az bir kısmının geniş çaplı tanınacağını düşünüyor. Tanınma konusunda en çok desteklediği ülke ise Grönland.
Ülkenin tanımını yapma konusunda bu zorluklar varken belki de ulus-devlet kavramı üzerinde yeniden düşünmek gerekiyor. Middleton, uluslararası toplumun barışçıl bir şekilde paylaştığı Antarktika örneğini vererek dünyayı büyük bir pizza gibi dilimlere ayırmak gerekmediğini belirtiyor.
Atlasın son iki sayfasında ise ‘ülke’ kelimesi ile kastettiğimiz şeylerin tümünü sorgulayan iki radikal örneğe yer veriyor. Atlantium ülkesi ve başkenti Concordia örneğin, Avustralya’nın kırsal kesiminde yer alıyor ve insandan çok kanguruların yaşadığı toprakları kapsıyor. Atlantium ülkesi toprağa bağlı değil; yani isteyen herkes vatandaş olabilir. İnternet sitesinde şöyle deniyor: “İnsanların geleneksel ulusal sınırlardan ziyade ortak amaçlar ve ilgi alanları doğrultusunda birleştiği bir çağda Atlantium kişilerin milliyetlerinin tesadüfi olarak doğum yerlerine göre belirlenmesi gibi ayrımcılık içeren bir tarihsel uygulamaya alternatif teşkil ediyor.”
Elgaland-Vargaland örneği ise iki İsveçli ressam tarafından kurgulanmış ve dünyanın bütün “Tarafsız Bölgelerini”, sınırlar üzerinde kalan toprakları ve ulusal sınırlar dışında kalan denizleri kapsayan bir ülke. Yani yurtdışına her çıkışınızda bu ülkeden geçiyorsunuz demektir.
Atlantium ve Elgaland-Vargaland birçok insanın ciddiye almayacağı derecede hayali bulunabilir. Middleton bunlara uluslararası ilişkiler açısından tetikledikleri tartışma bakımından hayranlık duyuyor. Kitabında şöyle diyor: “Bütün bunlar, bildiğimiz anlamıyla ülkelerin gezegendeki düzen açısından tek meşru temel olmadığı ihtimalini gündeme getiriyor.”
Kesin olan bir şey var, dünya sürekli akış hakinde. “Benim yaşımdaki biri Sovyetler Birliği’nin dağılacağını aklından bile geçiremezdi. Beklenmedik değişiklikler olabilir” diyor Middleton. Eskileri ortadan kalkarken yeni ülkeler doğuyor. Gelecekte, bildiğimiz topraklar var olmayan ülkeler haline gelebilir yani.