Orhan Veli’yle birlikteyiz bugün. “Veli’nin oğlu/Bir fakir Orhan Veli,” kendi tabiriyle…
“Pencere, en iyisi pencere;
Geçen kuşları görürsün hiç olmazsa;
Dört duvar göreceğine.”
Orhan Veli’yle birlikteyiz bugün. “Veli’nin oğlu/Bir fakir Orhan Veli,” kendi tabiriyle… Sarhoşken bir çukura düşüp öldüğü söylense de, işin aslı başka… Ankara’da bir çukura düşmüş, hafifçe yaralanmış. Birkaç gün sonra döndüğü İstanbul’da beyin kanaması geçirmiş ve Cerrahpaşa Hastanesi’nde hayata veda etmiştir Orhan Veli. 14. Kasım.1950’de, henüz 36 yaşındayken.
“Açık havanın ozanıdır,” demiş Ece Ayhan onun için. Ne doğru bir saptama… Kuşlar, deniz, balık ağları, yollar, ağaçlar, gökyüzü, yıldızlar… Sokağa ya da açık havaya ait ne varsa bir ya da birkaç tanesi yer alır hemen bütün şiirlerinde.
Örneğin “…Bir duyma da gürültüsünü/ Dallarda çıtırdayarak açılan fıstıkların,/ Gör bak ne oluyorsun…” der bir şiirinde. Ya da “Deli eder insanı bu dünya; / Bu gece, bu yıldızlar, bu koku,/ Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç” dizelerinde olduğu gibi, “açık hava” kaleminden kâğıda akar, kâğıtta vücut bulur coşkusu…
Şiirde her türlü kurala ve kalıba karşı çıkan Garip akımının öncülerindedir. Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat’la birlikte şiirin kafiye ya da vezinle ilgisi olmadığını, özgürce ve konuşma diliyle yazılabileceğini savunmuştur. Nasır gibi “kaba saba” bir kelimeyi dahi şiirinde kullanabilmiş ve sıradan bir olayı bir şiire, hem de en ünlü şiirlerinden birine dönüştürebilmiştir aşağıdaki dizelerde:
“Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allahın adını,
Günahkâr da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye…”
Nüktedandır genellikle ama ağdalı olmayan, yangınlara dönüşmeyen bir hüzün de vardır dizelerinin arasında hissedilen. İnsanın varoluşuna dair bir hüzün. İç yakmaya fırsat bulamadan dokunup geçen bir türkü gibi. Hani yolda kafanızda bin bir düşünce, bir yere yetişmeye çalışırken bir cenaze arabası görürsünüz de, bir an -öyle, kısacık saniyelere indirgenebilecek bir an- durup kalır ya beyniniz, onun gibi bir şey…
“Çadırımın üstüne yağmur yağıyor,
Saros körfezinden rüzgâr esiyordu
Ve ben, bir roman kahramanı,
Ot yatağın içinde,
İkinci dünya harbinde
Başucumda zeytinyağı yakarak
Mevzuumu yaşamaya çalışıyordum
Bu şehirde başlayıp
Kimbilir nerde,
Kimbilir ne gün bitecek mevzuumu.”
Basit, sade, nerdeyse konuşurcasına yazdığı dizelerinden herhangi biri bazen sokaklarda dolaşırken yakalayıverir beni. Her seferinde de, kırık dökük bile olsa, bir tebessüm yayılır yüzümde. Bilmem ki başka sevenlerine de aynı etkiyi mi yaratır Orhan Veli? Yerimiz dar, şair dediğinse geniş mi geniş bir dünya. En iyisi mi susup yine ona vermek gerek sözü. Dedim ya, nüktedandır diye, bu haline örnek olabilecek bir şiiriyle bitirmek istiyorum.
“Hanginiz bilir, benim kadar,
Karpuzdan fener yapmasını;
Sedefli hançerler, üstüne,
Gülcemal resmi çizmesini;
Beyit düzmesini;
Mektup yazmasını;
Yatmasını,
Kalkmasını;
Bunca yılın Halime’sini
Hanginiz bilir, benim kadar,
Memnun etmesini?
Değirmende ağartmadık biz bu sakalı!”
FİLİZ ENGİN