Kültür-Sanat

Bir Karşı Kültür Olarak Arabesk: Yakarsa Dünyayı Garipler Yakar!

Arabesk müziğin imgesel çağrışımına bakıldığında acı, kader, hiçlik, çatışma, tutunamazlık gibi kelimelerle karşılaşırız. Arabeskin toplumsal tarihine bakıldığındaysa Türkiye‘de 1950′li yıllara kadar giden bir geçmişe sahiptir.  Bu yıllar insanların yeni ümitlerin peşinde köyden kente göç etme süreçlerine rastlar ve Türkiye’ de sanayileşmeyle birlikte özellikle doğu illerinden kente başlayan göçlerle yakından ilişkilenir.

Müslüm Gürses’ in sevilen şarkısının en damar sözleridir, ” yakarsa dünyayı garipler yakar”, şarkının diğer dizeleri şöyledir: “hor görülenlerin tanrım isyanıdır bu, sevip sevilmeyenlerin isyanıdır bu, düzensiz dünyanın günahıdır bu, yakarsa dünyayı garipler yakar”, bu dizeler aslında arabesk müzik kültürü üzerine çok şey söyletmektedir, hor görülme, dışlanma, yaşanılan toplum içinde öteki olarak konumlandırılma ve bu duruma isyan etme,  sevip sevilmeme, ve dünyanın sürüp giden düzenine karşı bir protesto.

Martin Stokes Türkiye’de Arabesk Olayı adlı kitabında şöyle bir değerlendirme yapar: 1950′lerden itibaren kırsal kesimden gelip, Türkiye’nin batısındaki büyük şehirlerin çevresindeki gecekondu bölgelerine yerleşmiş insanlar arabeskin en önemli dinleyici kitlesini oluştururlar. Bu dengesiz bir durumdur, üretim sürecinden dışlanmış, sorunlarını yabancılaşmanın ve kaderciliğin dili olan arabesk diliyle ifade eden insanlar arabeski bir ifade biçimi olarak kullanan kitlelere dönüşmüşlerdir. Bu kitle toplum içinde yabancı olma, öteki olma, kirli olma ve dışlanma gibi durumlarla karşı karşıya kalır ve garip olur. Garip kelimesinin anlamı aslında bütün bunların özeti gibidir çünkü gariplik aynı zamanda tuhaflıktır.  Müslüm Gürses’ in “yakarsa dünyayı garipler yakar” şarkısındaki “garip” tanımı buna uymaktadır: ” dertleri içine sığmayan onlar, hayattan umudu kalmayan onlar, sürüne sürüne yaşayan onlar, yakarsa dünyayı garipler yakar”. Bütün bu sözler iş yaşamında, okulda, kent merkezinde yaşanılan derde ve sıkıntıya karşı bir serzeniş içerir. O farklıdır kentliler gibi konuşmaz, onlar gibi giyinmez, onların duygusu onun duygusunu tutmaz, o kadar dertle yüklenmiştir ki içine sığmaz, umutsuzdur, sürüne sürüne yaşar, mutluluktan uzaktır, böyle bir durumda yaşanan tükenmişlik arabesk şarkılarla dile getirilir, şarkılardaki isyan, umut, acı, keder, bireyin kendisi için kullandığı bir panzehire dönüşür. Arabesk müzik dinleyenler için arabesk söyleyenler bir dert ortağına çoğunlukla da “baba” ya dönüşür. Buradaki “baba” figürü önemlidir çünkü özellikle ataerkil bir yapıyla kültürlenmiş bir insan için “baba” yol gösterici ve çare bulucudur. Onun yokluğuyla kalan birey kendisini yönsüz hisseder ve arabesk müzik kültürüyle birlikte bu yönsüzlükten kurtulur.  Arabesk şarkıların videolarına baktığımızda genel olarak siyah beyaz olduklarını görürüz, siyah beyazdır ancak şarkıyı söyleyenler, hep dimdik dururlar, düzgün giyimli ve güçlü görünümlere sahiplerdir. Videoda kullanılan diğer görüntüler, genelde kavuşamama temellidir ya da dünyanın olumsuzluklarına gönderme yapar ve şarkıyı söyleyenin arkasından yansır.  Arkadan yansıyan olumsuz görüntü ve önünde duran güçlü insan figürü umutsuzluk karşısında umuda karşılık gelir onu dinleyen bireye şarkılarla nasihat eder.

Arabesk müzik kültürüyle özdeşleşen bir diğer kültür de ‘dolmuş’ kültürüdür ve daha çok başrollerini arabesk sanatçıların oynadığı sinema filmleriyle doğan bir kültürdür bu. Stokes’ a göre bunun nedeni araba ya da minibüs alacak parası olan göçmenlerin genellikle bu işi yapmalarıyla açıklanır. Sonuçta bir göçmeni oynayan arabesk yıldızları belki gerçek hayatta da oynadıkları dolmuş ya da kamyon şoförü rolünde görünürler. Yabancılaşmaya, baskıya, ilişkin çoğu film de zaten Topkapı garajında geçer. Hareketlilik yanında hiçbir yerde barınamamayı da ifade eden şoförlüğün gücüde buradan gelmektedir. Arabeskin dolmuş ve gecekonduyla bütünleşmesi, dolmuşların içerisinde arabesk sembollerin yer aldığı dekorasyonlardan da anlaşılabilir. Dolmuşlar şehrin ötesinde yaşayanları şehrin ortasına ve alışık olunmayan kalabalığa taşırlar, yol boyunca dinlenen arabesk müzik kıyı ile orta arasına uzanan bir duygu hattı gibidir, ait olamamışlığa, arada kalınmış kimliğe ve kadere boyun eğişe işaret eden bu içli şarkılar, bireyi dolmuştan inince başlayacak olan o yabancı yaşama hazırlar ve telkin eder.

Arabesk müzik, ötekinin, kıyıda kalmışın ve isyanın müziğidir, egemen olana dayatılana karşı bir kültür oluşumudur ve hala iyiye ve güzele dair bir umut besleyeceksek bunu başaracak olanlar, öteki olanlar ve tuhaf olanlardır çünkü “yakarsa dünyayı garipler yakar”.

Emek Erez

http://emekerez.wordpress.com da yayınlanan aynı adlı yazıdan kısaltılarak yayınlanmıştır.

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu